Tataristan Birinci Cumhurbaşkanı ve Devlet Danışmanı Mintimer Şaymiev ile Özel Röportaj
Tataristan Birinci Cumhurbaşkanı ve Devlet Danışmanı Mintimer Şaymiev ile Özel Röportaj, 20 Aralık 2014.
Fahri Solak: Öncelikle programımıza zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Uygun görürseniz Tatarlar, Tarihleri ve kültürel zenginlikleri ile başlayalım. Tatarlar kimlerdir, tarihlerinin ana hatları ve Genel Türk Tarihi içindeki önemi ile başlayabilir miyiz?
Mintimer Şaymiyev: Öncelikle şunu ifade etmek isterim, biz hepimiz Türki Dünya’nın parçası ve Türkî halklarız. Bu hususun bizim için önemli olduğunu her zaman söylerim. Çünkü Türki ülkelerin ve Türk devletlerinin var olması, bizim dilimiz olan Tatar dilinin korunması için çok yardımcı olmaktadır. Her zaman, “Allaha şükür ki Türkî Dünya var” derim. Çünkü gerçekten de kendi medeniyetimizi, adetlerimizi, dilimizi korumamız açısından Türkî Dünya’nın varlığı, Türk dilinin yaygın olarak kullanılıyor olması hepimiz için çok önemli. Tarih komplike bir şey ve zaman geçtikçe bunu daha da iyi anlıyoruz.
Biliyorsunuz 20 yıl kadar Tataristan Cumhurbaşkanlığı yaptım. Cumhurbaşkanlığını bıraktığımdan bu yana yaklaşık 5 yıl geçti. Şu anda ise tarihi yapıları yeniden canlandırma ve topluma kazandırma yolunda çalışmalar yürütüyorum. Konu ile ilgili çeşitli araştırmaları okuyorum ve farklı fikirler olduğunu görüyorum. Şunu ifade etmek isterim: Sistematik olarak bakıldığı zaman, Türkî halkların tarihi, Altay’daki Türk Kağanlığından daha öncesine dayanmaktadır. Tatarlar, Tatar ismi milattan önce ve sonrası ara dönemde Çin civarında yaşayan kabilelere dayanıyor. Bu sadece bizim tarihçilerimizin ortaya koyduğu bir husus değil. Bundan birkaç yıl öncesi İngiliz Eduard Packer’ın bilimsel çalışması ortaya çıktı. Kendisi zamanında Çin’de elçi olarak görev yapmış bir tarih araştırmacısıdır. Çin Tarihini çalışırken Tatarların tarihine ulaşıyor. Bu yüzden o dönemlerde tarihi olarak Tatar halkının var olduğu biliniyor. Ayrıca bizim tarihçilerimiz yıllarca araştırıyorlar. Tatar halkı hem Türk halkları hem diğer halklar arasında dünyada bilinen bir halktır. Sadece “Tatar” ‘olarak değil, “Tartar” olarak da adlandırılmışlar, halen de Avrupa’da o şekilde adlandırılıyorlar.
Bu kadar köklü tarihe rağmen tarihçilerin çoğu şu anki Tatarların, Tatar Moğol, Bulgar Devleti fetihlerinden sonra Bulgar şehrinde yaşamış Türk halklarından biri olduğu yönünde kanaat bildiriyorlar. Çünkü doğrusunu söylemek gerekirse, Avrupalı araştırmacılar Türk tarihine, Türkî halkların tarihine her zaman Avrupa merkezli bakmışlar ve Türk halklarının tarihini daha değersiz göstermek istemişlerdir. Bu sadece benim iddiam değil. Birçok bilimsel araştırmayı okuduğumda, Türki halkları her zaman at üstünde dolaşan, göçmen halk olarak tarif etmişler, hoş bir ifade değil ama “yabani kabile” olarak ifade etmişlerdir. Şunu belirtmek isterim ki Türk halkları köklü halklardır. Kendi kadim topraklarında, ülkelerinde asırlardır yaşamaktadırlar. Türkî hakların derin bir tarihi vardır. İstilalar olmuş, birbirleri ile savaşmışlar, isimleri değişmiştir. Daha sonra mensup oldukları yeni dinlerin, halkaların hayatında derin etkisi olmuştur. Günümüzde Bulgar kentinin dünya mirası listesine girmesi için UNESCO Komitesine hazırlanan belgeler de bu tarihi bilgilere dayanarak hazırlandı: Tatarlar çok eski tarihlerden beri bu topraklardan yaşamış Türki halkların biridir.
Türk dilinde konuşan halklar yüz milyonlarla ifade edilmektedir. Bu halklar çok eskiden beri kendi topraklarında yaşamaktadır. Benim bunu vurgulamamın nedeni Avrupa Merkezcilik bakış açısının varlığıdır. Buna göre medeniyet onlarda var olmuş, diğer milletleri ise geri kalmış halklar olarak görmektedirler. Halbuki tarihi gerçekler aksini göstermektedir. Gerçekten de Türkî halkların yaşadığı yerlerde Runik yazılar var. Runik yazılar yeni tarihi değil, çok eski tarihi göstermektedir. Daha sonraki dönemlerde de Osmanlıda olan deniz filolarının olabilmesi için yön bilmek gerekir, hesaplamayı bilmek gerekir. Tarım işleri ile uğraşmışlar. Bunları bilimsel bilgiye sahip olmayan, o dönemin koşullarına uygun bilgisi olmayan halk yapamaz.
Bizim kendi tarihçilerimiz arasında da hep bir tartışma devam etti: “Biz Tatar mıyız? Bulgarlar mıyız?”. Bu tartışmanın temelinde kısmen de olsa ideolojik olarak Tatar düşüncesini Bulgar düşüncesi ile bastırma amacı yatmaktadır. Biliyorsunuz özellikle Sovyetler Birliği döneminde, Tatar Moğolların 13-14. asırlarda Rusya’yı istila etmiş olması komünist ideolojinin hoşuna gitmiyordu ve bu duruma razı olmadıkları için buradaki Tatarların aslında Bulgar oldukları düşüncesini yaygınlaştırma çabası içinde oldular. Ben orta öğretimde okurken, 1940’lı 1950’li yıllarında bize okulda Tatar Moğol fetihleri, “Tatar boyunduruğu” dönemi olarak negatif anlamda öğretiliyordu. Allaha şükür tarihi gerçekler ortaya çıkıyor. Biz tüm Türkî halklar gibi tarihimizin çok köklü olduğunu ispatladık. Temel itibariyle kadim dönemden beri bu topraklarda yaşayan Türkî kabilelerden biriyiz. Bulgar şehrine giderseniz orada İslam dinini kabul etme merasimini tasvir eden bir tarihi tablo göreceksiniz. Orada Bulgarlar, Suvarlar ve diğer kabilelerin birlikte var olduğunu, kendi bayrakları altında bu topraklarda birlikte yaşadıklarını göreceksiniz. Bu toprakları birlikte korumuşlar. “Tatar”, “Tartar” ismi genel olarak yaygın bir isim. Biz kendi adımızı seviyoruz. Sadece Avrupa merkezciler barbar olarak, cehennemden çıkan insanlar olarak tanımlamışlar. Bizim halkımızın ruhu güçlü, kendi değerini kendisi biliyor.
— Bu kadar derin tarihi olan Tataristan’ın bölgesel ve Uluslararası düzeyde stratejik önemi ve dış ilişkilerinin öncelikleri nedir?
— Yaptığımız hizmetler ortada. Rusya’da yeniden yapılanma (perestroyka) dönemi başladığında, 80’li yılların sonu 90’lı yılların başında SSCB İmparatorluğunun yıkılma nedeni, ekonomide her şeyin merkezden planlanıyor olması ve kimsenin özgürlüğünün olmamasından kaynaklanıyordu. Bu durum sadece Tataristan için değil, bugünün tüm BDT devletleri için böyleydi. Belirttiğim ülkelerin o dönemde Cumhurbaşkanlığını yapanlar hepimiz hayattayız. Sovyetler Birliği döneminde günümüzdeki Rusya Federasyonu’nun bile hakları sınırlıydı. Tataristan başta sanayi, üretim, tarım alanları olmak üzere birçok bölgeye nazaran her zaman daha iyi durumdaydı. Günümüzde de Rusya’da ilk 6 bölgenin arasında (Moskova ve Petersburg buna dahil) en ilerilerinden biri konumundadır.
Yeniden yapılanma (perestroyka) dönemine kadar bizim milli hasılamızın sadece % 2’sini Tataristan kendisi yönetebiliyordu. Kalan kısmı SSCB merkezi planlama kararına göre yönetilmekteydi. Çok sıkı merkezileştirilmiş olan bir sistemdi. Bunu şimdi tahayyül etmek çok zor. O dönemde ben Tataristan Bakanlar Konseyi Başkanıyken peynir türüne göre ne kadar yağ oranı katabileceğimiz konusu bile Moskova’nın onayı ile belirleniyordu. Bunun için onay almamız gerekiyordu. Bu kadar merkezileştirilmişti. Özgürlük yoktu. Satabileceğimiz yağ çeşidini ve içeriğini Moskova söylerdi. Bir ülke bu şekilde yaşayamaz. Şunu da belirtmek gerekir, bildiğiniz gibi SSCB döneminde ciddi silahlanma yapıldı. SSCB’nin güçlü silahlı kuvvetleri vardı. Ben güçsüz bir devlet olmalıydık demek istemiyorum. Bu kadar zengin ve büyük ülke olan Rusya elbette güçlü olmalıdır. Rusya devleti topraklarında doğduysan ve bu topraklarda yaşıyorsan başka şekilde olamayacağını şimdi de belirtiyorum. Güçlü devlet olmak kolay değil. Günümüzün Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri de tarihi olarak bu durumu biliyorlar.
Kısaca söylemek gerekirse, Tataristan’da ekonomi diğer bölgeler ile kıyaslandığında eskiden de günümüzde de daha güçlü durumda. Bunlar çalışmadan erişilebilen şeyler değil. 1990 Yılında Rusya kendi bağımsızlığı konusunda deklarasyon kabul etti. İkinci ülke olarak da Tataristan ilan etti. O zaman henüz SSCBye dahil diğer Cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan etmemişti. Biz o zaman kendi haklarımız konusunda açıklama yapmıştır. Bunu ayrımcılık hareketleri ile ilgili değil, haklarımızı istediğimiz için yaptık. Fabrikalarımız vardı, yetişmiş insanlarımız vardı, bilim vardı ama özgürlük yoktu. Diğer taraftan bu hususu kültür ve medeniyet açısından da dikkate almak gerekiyordu. Tatar dili yok olmak üzereydi, 1990’larda başkentimiz Kazan’da sadece 1 Tatar okulu kalmıştı. Bunu bugün anlatmak kolay ama kendi gözlerinle görmek, yaşamak çok zordu. Ben köyde büyüdüm, sonra Kazanda okudum ve hayata bu şekilde devam ettim.
Biliyorsunuz Tataristan eskiden beri devleti olmuştur. Yeniden yapılanmaya Mihail Gorbaçov “Perestroyka”, “Glastnost” diye başladı. Bu kelimeleri dünya tercüme etmeden kullandı. O zaman bizim entelektüellerimiz arasında milli bilinç ortaya çıktı. Milli bilinç unutulmuyor, o nesilden nesile devam ediyor, sürekli canlı kalıyor. Bizde o hareket her zaman güçlü oldu. O süreçte Boris Yeltsin ile anlaşama yaparak, şartları düzenleyerek imza altına aldık. 1994 yılında Rusya ile anlaşma imzaladıktan sonra kendi milletvekillerimizi Rusya Devlet Dumasına seçtirebildik, o zamana kadar Tataristan Rusya’nın hukuki yapısına girmemişti. Biz bu yollardan geçtik. Perestroyka döneminde de Günümüzde de birçok proje hayata geçirdik. Günümüzde de Cumhurbaşkanımız Rüstem Minnihanov bu işleri devam ettiriyor. Ben Cumhurbaşkanıyken kendisi ile 11 yıl birlikte çalıştık. O zaman o Başbakan’dı. Çok iyi çalışıyor. Sevinerek izliyorum.
— Sovyetlerin 1991 yılında dağılmasından 2010 yılına kadar Tataristan Kurucu Cumhurbaşkanı olarak görev yaptınız. Aradan geçen 20 yılı aşkın sürede Tataristan’da sağlanan siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmeler nelerdir?
— Perestroyka yılları çeşitli açılardan zorluklar içerse de, bizim bağımsızlık deklerasyonunu kabul etmemiz çok yararlı oldu. Çünkü biz o karmaşık dönemde birçok sorunumuzu kendimiz hallettik. Rusya’da gaz çok biliyorsunuz. Ama sadece Tataristan’ın, köyler de dahil tüm bölgelerine doğal gaz ulaştırmıştır. Bu yaygınlıkta doğal gazın ulaştırıldığı başka bölge günümüzde bile yoktur. Biz daha o yıllarda bu programı gerçekleştirdik. Yerleşim bölgelerinden uzak noktalarda tek başına duran ahşap eve dahi boru ile doğal gaz ulaşıyor. Bunu iktisadi açıdan zafer olarak gördüğüm için söylüyorum. Bizim halkımız temizliği sever. Her zaman hamam olmalı, yıkanmak gerekir. Eskiden bu imkanlar sınırlıydı. Çünkü odun yetmiyordu. Kış 6 ay sürüyor, yakıt lazım. Ben “Tataristan’da her eve gazın ulaştırılması diriyken cennete girmek ile eş değerdir” dedim. Çünkü insanlar artık büyük pencereli evler inşa etmeye başladılar. Eskiden soğuk girmemesi için büyük pencereli evler yapılmıyordu. Hamamlar daha büyük yapılmaya başlandı. Bu hayat kalitesini ciddi ölçüde iyileştirdi.
Bununla birlikte günümüzde birçok ülkenin ciddi sorunu olan eski, yıkılmak üzere olan evlerde ikamet edenlere yeni evler temin ettik. Biz o yıllarda 55.000 aileye bedava ev temin ettik. Bunun 35.000’ni Başkent Kazan şehrindeydi. Yeni modern daireler verdik. Bunun ne anlama geldiği sadece kendi gözlerinle görünce anlaşılır. İnsanlar o harabe haldeki evlerinden yeni evlerine taşınırken gözleri yaşarıyordu, teşekkür ediyorlardı. Biz o zaman bunu yapmasaydık şu an çok güzel dediğiniz Kazan bu kadar güzel olamazdı. Bu işi başka bölge başaramadı. Önce bu hedefin büyüklüğünden biraz endişe ettik ama sonunda başarabildik. Bunun için biz ne yaptık? Hiçbir şey yoktan var olmuyor. Rusya kanunlarına ilave olarak, Tatneft vb. büyük firmaları ilave vergilendirdik. Büyük fon oluşturduk. Bu evleri yaptık. Şimdi de gidip görebilirsiniz. Bunlar büyük büyük semtler. Bunlar halk için önemli projeler. Aynı zamanda belirttiğim gibi günümüzde de bizim hükümetimiz ve Cumhurbaşkanımız çok iyi çalışıyorlar. Rusya’nın 7 bölgesinde serbest bölgeler açılmıştı. En iyi çalışanlar arasında bizim Alabuga’da bulunan serbest bölge de yer alıyor. Türkiye’den gelen şirketler çok iyi çalışıyorlar. Bu fırsattan yararlanarak şükranlarımı bildirmek isterim. Bir şirket daha gelmek üzereymiş, gelsinler. Biz bütün imkanları sağlamayı düşünüyoruz, buna gelen çalışanlara eğitim, namaz kılma vs. imkanları da dahildir. Mesela şuan oturduğumuz binayı da Türkler inşa ettiler. Birçok güzel yapıları Türkler yaptılar. Kul Şerif Camiini de Türkler inşa ettiler. Genel olarak Türkler inşaat sektöründe çok iyiler. Çok iyi teknoloji kullanıyorlar, özellikler beton ile çalışma teknolojileri iyi. Onların bizim inşaat sektörümüze ciddi katkıları oldu. Akıllı insan güzel işlere sadece teşekkür etmeli.
— Kazan 2014 yılında Türk Dünyası Kültür Başkenti oldu ve bu çerçevede çeşitli faaliyetler yapıldı. Bu çerçevede Tataristan’ın diğer Türk dünyası ile ilişkileri nasıl gelişti. Bunu açabilir miyiz?
— SSCB dağıldıktan sonra biliyorsunuz, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan gibi Türk Cumhuriyetleri ortaya çıktı. Onlar ile çeşitli bağlantılarımız var. Onlar ile birçok farklı alanda birlikte çalışıyoruz, anlaşıyoruz. Faydalı işler yapıyoruz. Perestroykanın olumlu yönlerinden biri de bize dünyanın açılması oldu. Özellikle Tataristan’da daha önce de değindiğim gibi 1994 yılında Rusya ile imzalanan anlaşmaya dayalı olarak Tataristan’a dış ekonomik bağlantılarını, iktisadi ilişkilerini kendi çıkarları doğrultusunda ilgili ülkelerle kurma hakkı verildi. Yeltsin döneminde anlaşmıştık, o zamandan bugüne kadar bu şekilde çalışıyoruz. O tarihe kadar bizim için Türkiye de kapalıydı, dünya da kapalıydı. Ben Perestroyka yıllarında ilk defa o zamanın Türkiye Cumhurbaşkanı merhum Sayın Turgut Özal ile görüştüm. Şunu belirtmek isterim ki, o günden bu yana her Türkiye Cumhurbaşkanı bizi akraba olarak kabul etti. Çeşitli konuları ortaya koyarak açıklıkla konuştuk. Gösterilen bu hürmet için minnettarız. Çünkü Türkiye büyük bir devlet. Bize büyük ilgi gösterildi. Biz o dönemde haftada 1 direkt hava yolu uçuşu başlattık. Ben merhum Özal’a şahsen çok minnettarım. Çok akıllı, derin fikir yürüten, canı gönülden kendi ülkesinde olup biten değişiklikleri sevinerek izleyen bir şahıstı. Sadece bir olayı anlatmak istiyorum. Ben Türkiye’ye bir gidişimde, Özal benimle görüşmek için eşi ile İstanbul’a geldi. Ben de kendi eşimle gelmiştim. Bayanlar kendileri görüştü. Bir yemek sırasında, onunla sohbet ederken (ben o yemeğe kadar mağazaları gezmiştim, o zaman daha bizde öyle mağazalar yoktu) ben ona gördüklerimi anlattım, çok güzel değişiklikler var dedim. O parlayan gözlerle bana Türkiye mağazalarında gördüklerimi sorudu. “Daha neler gördünüz? Daha neler gördünüz?” diye bana Türkiye mağazalarında gördüklerimi soruyordu. Bu yemekten sonra onun Ankara’ya uçması gerekiyordu. O “Haydi mağazaları birlikte gezelim” diyerek resmi programını değiştirdi. İstanbul’da onun gibi büyük insanlar için protokol değiştirmenin ne anlama geldiği, kolay olmadığı belliydi. O ısrarla “Hayır, ben akrabam Şaymiyev ile birlikte gezmek istiyorum” dedi. Benim bunu hatırlamamın nedeni onunla birlikte büyük mağazaları gezerken bırakılan izlenimlerdir. Ona halk yoğun ilgi gösteriyordu. Ona severek bakıyorlardı. Bunlar açıkça belli oluyordu. Halkı aldatmak mümkün değil. Halk severse seviyor. Gezerken mesela çamaşır makinesi yada buzdolabı için nerede üretildiğini soruyordu, “bizde mi üretildi?” diye soruyordu. “Bu Türk firması ile ortak üretim yapalım” cevabına çocuklar gibi seviniyordu. Bunun için böyle bir insan olarak doğmak lazım. Biz siyasi meseleleri konuşmuştuk, Türk Dünyası, Türki halkalar, İslam dini konularında Türki halklarının birlikte olmaları gerektiği konularında kendi fikirlerini paylaştı. Bunlar o zaman benim gibi genç bir yönetici için unutulmayacak tavsiyelerdi. Süleyman Demirel ile hala ilişkilerimiz devam ediyor Uzun süre devletin başında ve hükümette görev yaptı. Daha yeni O’nu müze açılışı nedeni ile kutladım. Genel olarak ilişkideyiz. Hepsine minnettarım. Sezer de, Abdullah Gül de Tataristan’ı ziyaret ettiler. Şimdiki Cumhurbaşkanı da ülkemize geldi.
Doğrusunu söylemek gerekirse öyle Cumhurbaşkanına sahip olan halkın onuru yükseliyor. Özellikle biz Türki halklar ve özellikle Türkiye gibi daha öncesi imparatorluk olan topraklarda örf adetler devam ediyor. Yöneticin nasılsa halkın da öyledir. Bunu saklayamazsın, değiştiremezsin, saklaman da gerekmiyor. Bunlar halkın ruhunu yükselten şeyler. Halkın ruhu, ülkeyi dünyaya gösterebilme. Böyle bir karaktere sahip olması halkınız için büyük mutluluk…
Biliyorsunuz bu günlerde Vladimir Putin Türkiye’ye resmi bir ziyaret yaptı. Böyle bir dönemde O’nu bu şekilde önem vererek kabul etme, en üst Protokolün tüm gereklilikleri ile karşılama çok anlamlıdır.
Elbette her ülkenin kendi menfaatleri vardır. Her konuda aynı fikirde olamayız. Görüşüme göre bu ilişkiler gelecekte de büyük rol oynayacak. Vladimir Putin göreve başladığından beri Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kolay anlaştılar. Karakterlerinde bir uyum da var derim. Büyük devlet yöneticileri bu şekilde olmalı, başka türlü olamaz. Bunu şu nedenle söylüyorum. Kendimize akraba gördüğümüz Türkiye Cumhurbaşkanlarının yakın ilgi ve hürmetini görünce, biz sevinerek “Нer alanda birlikte çalışmalı, bağlantılar yapmalıyız” dedik ve Allaha şükür bu şekilde de devam ediyor.
İfade ettiğiniz gibi Kazan 2014 yılı Türk Dünyası Kültür Başkenti oldu. Türkiye’nin bu konuda isteği ve desteği olmasaydı yapılabilecek bir şey değildi. Örnek olarak TÜRKSOY oluşturulurken bağımsız devletler için üyelik kolay oldu. Onlar TÜRKSOY’u kuralım diye İstanbul’da görüştüler, konuştular ve anlaştılar. Ben görüş istedim: “TÜRKSOYa bağımsız devletler üye ama biz Rusya bünyesinde bulunan bir Cumhuriyetiz. Biz girmeden yapamayız, çünkü o bizim ortak kültür dünyamız”. Net cevap alamadım. Ama dedim ki “Biz bu dünyadan ayrılamayız, ayrılmamız gerekmiyor, bu bizim ortak mirasımız”. Kültürel işlerimizi devam ettiriyoruz. Yıllar içinde kültür dünyamızın çerçevesi genişliyor. Tabi ki Rusya’nın oraya devlet olarak girip girmemesi ayrı bir konu, ama Tataristan, Başkurdistan, diğer Türk bölgeleri güzel çalışmalar yapmaya devam ediyorlar. Bunun faydadan başka kime zararı var? Kendine güvensizlik, dostluğu kaybetme kime gerek? Memnuniyetle birlikte çalışmak gerekiyor.
Eurovizyon gibi Türkvizyon yaptık, bu hepimizin hoşuna gidiyor. Bir araya geliyoruz, kendi kültürümüzü gösteriyoruz, gençler ilgi gösteriyor. Daha da ilgilenecekler. Bu imkanları tamamen kullanmak gerekiyor. Bizim özellikle Türkiye Cumhuriyeti ile ortak kültürel mirasımız edebiyatta da diğer alanlarda da büyük. Türkiye başarılı bir şekilde Atatürk döneminde kabul edilen kendine özgü bir devlet kuruluşu ile yönetiliyor. Biz bunu öğreniyoruz. Din görevlileri, sosyal konuları Türkiye Baş müftüsü ile de birebir konuşmuşluğum var. Bu konular bizim için kolay değil. Çünkü 70 yıl ateist bir toplum oluşturulmaya çalışıldı. Sonrasında dini toplum oluşturmak kolay değil. Çünkü yeteri kadar din görevlisi yok. Aynı zamanda Türkiye kanunlarına göre dini haklar tanınmış. Toplumda karşılığı ve olumlu bir bakış var. Bunlar ince meseleler, çünkü insanın gönlünü ilgilendiren meseleler. Bu nedenle sakince öğrenerek halkın gönlüne göre davranmanın doğru yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
— Tataristan önemli tarihi ve kültürel şehirleri ve tarihi eserleri bünyesinde barındırıyor. Kazan 1000 yılı geride bırakmış tarihi bir şehir. Öncülüğünüzde geliştirilen Bulgar Şehri Projesi, Tataristan’da UNESCO listesine dahil edilen Kazan Kremlininden sonra ikinci önemli Kültürel Miras oldu. Kul Şerif camiinin ve Bulgar şehrinin önemi ve anlamına ilişkin değerlendirmenizi alabilir miyiz?
— Tarihi olamayan halkın bugünü de olamaz. Onun geleceği de olmayabilir. Bizim gerçekten köklü bir tarihimiz var. Biz tarihimiz öğrenip, tarihi yapılarımızı yeniden canlandırarak gelecek nesillere göstermese idik, bu mirası korumadan bu kadar güçlü ruhlu, ciddi, eğitimli, kendi kaderini ele alan bir halk oluşturmamız mümkün olmazdı. Bu ruhu kaybettikten sonra korumak mümkün değil. Biz zor dönemler yaşadık. Biz bunun önemini derinden hissediyoruz.
Orta asırlarda Bulgar Devleti çok güçlü devlet idi. Bulgar şehrinde 20 hamam varmış. Yunanların, Türklerin teknolojisine benzer teknolojide. Bugün Rusya’da, Tataristan’da bu hala yok. Biz o tarihi hamamları yeniden ortaya çıkardık. Bu işi çok ciddiye alıyoruz. Sadece Rusya’dan, Tataristan’dan uzmanlar ile değil dünya çapında uzmanlar ile çalışıyoruz. UNESCO görevlileri de ikna oldu. Günümüzün şartlarına uygun olarak bu işleri yürütüyoruz.
Bulgar devletinin güçlü olması tesadüfi değil. Bulgar Devleti Volga ile Kama nehirlerinin bağlandığı noktada yerleşmişti. Oradan da su yolları Hazar Denizine dökülüyordu. Su yolları ile devletler ile bağlantı kurulmuştu. Su yolları ile büyük ticaret yapılıyorsa, onların güvenliğinin sağlanması gerekir. Bağdat şehrinden İbn Fadlan’ın gelmesi tesadüfi değildi. Bu bağlantıların kuvvetlendirilmesi, ticaret yollarının her zaman açık olması, İslam dininin kabul edilmesi ile de Müslümanlar arasında güvenliği sağlanabiliyordu.
O dönem için İslam dini diğer dinlere göre yeni bir din. Halk henüz İslam’la tanışmamış. Muhammed Peygamberin birçok yere İslam’ın mesajını ulaştırması, yeni dine girmelerini teklif etmesi o dönemin halklarının ruhunu kazanması gerekir. Bu yüzden 922 yılında İbn Fadlan büyük bir heyet ile gelmiş. Bulgar’da onun hangi noktalarda bulunduğu haritada gösteriliyor. Ne kadar zaman nerede durmuş belli. O günün şartlarında o kadar mesafenin at ile aşılmasının kolay olmadığı açık. Gelip teklif edince İslam dini özgür irade ile, devlet seviyesinde kabul edilmiş. Bu Rusya topraklarında ilk örnek. Dağıstan’da daha erken dönemde İslam kabul edilmiş ama bu Arap fetihleri sonucu gerçekleşmiş. Burada ise özgür iradeleri ile Almış Han zamanında halk tarafından benimseniyor. Daha sonra Altın Orda hanlığına, Astrhan Hanlığına, Sibirya Hanlığına, Kazan hanlığına İslam dini Bulgar’dan geliyor. Bu açıdan Onun önemi büyük. Bizim için oralar kutsal topraklar. Allaha şükür 4 yıl içinde çok şey yapıldı. Dünya mirası listesine kabul edildi. Her yıl Mayıs ayında İslam dininin kabul edildiği gün tüm Rusya’dan Müslümanlar toplanıyor. 50-60.000 civarında insan bir araya geliyor. Orada Tataristan Cumhurbaşkanı din adamları, imamlar ile görüşüyor, görüş alış verişinde bulunuyorlar. Biliyorsunuz şimdi bazı hassas bölgelerde aşırı hareketler ortaya çıkarak, halkı kullanmak isteyebiliyor. Günümüzde marjinal fikirlerin ortaya çıkması konusu Putin ile Erdoğan görüşmesinde de gündeme geldi. Bunlar endişe verici gelişmeler. Bu nedenle Bulgar’ın ortaya çıkarılması, bu işlerin yürütülmesi Rusya Müslümanlarının fikirlerini bir araya getirmektir. İslam dünyası için de önemi büyük diye düşünüyorum.
— Son olarak Türkiye ve Tataristan’da bizi izleyen seyircilerimize iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı, bununla bitirelim.
— 20 yıl boyunca tatilimi her zaman Türkiye’de geçiriyorum. Sadece 3-5 gün kalmıyorum, yaklaşık 3 haftayı Türkiye’de geçiriyorum.. Tatil yapıyorsam her şeyi unutabilmen gerekiyor. Türkiye’de dil problemim yok. Akraba gibi kabul ediliyorum. Yemeklerimiz, mutfağımız ortak. Doğrusunu söylemek gerekirse uzaklaşmamak gerekir. Elbette televizyon seyrediyorum, sadece filmleri değil, siyasi ve iktisadi programları da izliyorum. Türkiye’de halk siyasi hayatta çok aktif. Ben bunu beklemiyordum. Ben Tataristan’daki gibi biraz daha sakindir diye düşünmüştüm. Doğrusunu söylemek gerekirse belki de biz daha insan haklarını koruma ve faydalanma konularında özgürlüğe de çok alışmamışız. Bunun için o şartlarda doğmak, büyümek gerekiyor. Bu şekilde özgürlük, kendini açık ifade etme, duruş sergileme özellikleri toplumda görülüyor. Sizde siyasi yönde hoşnutsuzluk varsa, bunlar kendilerini açıkça ifade ediyorlar, fikirlerini söylüyorlar. Bu büyük bir kazançtır. Bu benim için bir keşif. Ben Osmanlı imparatorluğunda büyümüş bir nesil itaatkar olur diye düşünmüştüm. Bu nedenle benim için keşif. Bu pozitif bir durum ve aynı zamanda kolay da değil. Halk çok aktif, onlara istihdam sağlamak, siyasi haklarını korumak gerekiyor.
Son yıllarda Türkiye’de ekonomide olumlu değişimler söz konusu. Daha önce enflasyon inanılmazdı, 10-15 yıl önce % 100’lerin üstündeydi. Her sene geldiğimde döviz kurlarının nasıl değiştiğini görüyordum. Her sene değişiyordu. Ben bunun ne anlama geldiğini anlıyorum. Bu durumun tüm işleri nasıl olumsuz etkilediğini biliyorum. Buna rağmen son yıllardaki siyaset ekonomiyi yükseltti. Halk çok çalışkan. Halk yoktan var etmeye çalışıyor. Biz de tatar halkına bu sabrı öğretmemiz gerekiyor. Çok sabırlı. Sabırlı dememin nedeni satılsa da satılmasa satış yapanlar her zaman çalışıyor, teklif ediyorlar. Bakıyorum çocuğu da yanında. Bu hizmetin ciddi saygıya layık olduğunu düşünüyorum. Herkes kendine yetmeye çalışıyor. Zorluklar olmasına rağmen, değişimler olumlu. Ben bunun için seviniyorum. Özellikle Tataristan’la çeşitli alanlarda ilişkilerin olması, Tataristan için de Türkiye için de faydalı. Her tarafın menfaati olmasa bu ticari işler olmazdı. Her türlü imkan var. Putin ile Erdoğan görüşmesinde şu anda 30-35 milyar dolar civarında olan ticaret hacmini 100 milyara çıkarma hedefi ortaya konuldu. Burada Tataristan’ın payının büyük olması bize bağlı. Bunu yapmamız lazım. Şu anda Rusya’ya yönelik yaptırımlar uygulamaya çalışıyorlar. Putin ile Erdoğan konuştular ve Türkiye’den gelecek mallara herhangi bir engelleme olmayacak. Ben şu şekilde düşündüm. Sizin çalışkanlığınız ve müteşebbisliğinizle bu nesillerden nesillere devam eden terbiye ile samimi olarak söylüyorum “Türk halkı isterse Rusya’ya gerekli her şeyi yetiştirir”. Bundan şüphem yok. Biliyorsunuz planlı dönemden sonra dünyaya açılınca, imkanlar oluşunca bizim halkımız da ticaret yapmaya başladı, bavul ticareti başladı. Buna şahit olmamış olsaydım, görmeseydim buna inanmazdım. Halkın neler yaptığı, gelirlerini hangi yollar ile arttırdığı biz yöneticiler için önemli konulardır.
Genel olarak perestroyka yıllarından beri aramızdaki tarihi bağları kuvvetlendirmeye yönelik olarak Türk halkının, Türkiye Cumhurbaşkanlarından başlayarak, diğer yöneticiler ve tüm kademelerde akraba gibi tarihi ortaklığımıza değer vererek sıcak yaklaşım için biz çok minnettarız. Bizde “Misafir aşı karşılıklı olur” denir. Biz de aynı akraba misafirperverliğini göstermeye çalışıyoruz. Bu akrabalık, anlaşma, kardeşlik.
2014 yılını bitiriyoruz. Son ayın içindeyiz. Akraba Türk halkına esenlik, sağlık, barış diliyorum. Gelecekte de akraba olarak birlikte yaşamayı diliyorum.
— Biz de bu dileklerinize katılıyor ve zaman ayırdığınız için tekrar teşekkür ediyoruz.