Enerji Stratejileri
Enerji Stratejileri ve Türkiye’nin Konumu, (Dr. Sohbet Karbuz – Enerji Uzmanı), 17 Temmuz 2010.
Dr. Fahri SOLAK: Son günlerde Dünyada ve Türkiye’de enerji konusu en önemli gündem maddelerinden biri haline geldi. Bu konunun bu kadar öne çıkmasının sebepleri nelerdir?
Dr. Sohbet KARPUZ: Kısa tabiriyle “enerji hayattır”. Japonca’da ‘hayat’ kelimesini gösteren karakter aynı zamanda ‘enerji’ anlamına da geliyor. Dolayısıyla şu anda burada bile enerji olmasa bu programı yapmamız mümkün değil. Hayatın her aşamasında enerjiyle iç içeyiz. Ama enerjinin niye böyle birdenbire her gün konuşulur hale geldiğini anlamak için birazcık geriye gitmek lazım. Enerjideki dönüm noktalarına bakmak lazım. Oradan başlayalım:
Son 10–12 yıldır önemli dönüm noktaları var. Bunların bir kısmı genel jeopolitik dönüm noktaları ama bir şekilde enerjiyle iç içe. Biliyorsunuz 1989’da Soğuk Savaşın bitimi ve 2001’de ikiz kulelere yapılan saldırı dünya jeopolitiğini değiştirdi. Buralarda enerji bir şekilde arka plandaydı. Ama 2008 Ağustos’unda Rusya ile Gürcistan arasında olan kısa süreli savaş enerjiyi birdenbire ön plana geçirdi. Niçin? Gürcistan Hazar gazının ve petrolünün Batı pazarına ulaştırılmasında önemli bir transit noktasıydı. Hatta 2008 Ağustos savaşından sonra NATO bile enerji güvenliğini kendi çalışma kapsamı arasına aldı. Ve hatta şu sıralarda NATO’nun en önemli beşinci maddesi denilen; ‘bir NATO üyesine yapılan saldırı bütün NATO üyelerine yapılmış saldırı’ olarak algılanmasında enerji alt yapılarına yapılan saldırı da beşinci maddeye girebilir diye üzerinde çalışmalar var.
Bundan sonra 2009 yılı önemliydi. 2009’un hemen başında biliyorsunuz ülkemizde de baya gündemdeydi Ukrayna-Rusya gaz krizi. Avrupa’yı soğukta bıraktı. Ama gözden kaçan başka bir şey vardı ki – nedense bunu pek fazla kimse söylemiyor- 2009 yılı aslına bakarsanız “3. dünya” teriminin de sonu oldu. Biliyorsunuz üçüncü dünya ülkeleri deniyordu. Birinci dünya ülkeleri dediğimiz gelişmiş ülkeler, OECD ülkeleri… 2009 yılından itibaren OECD ülkesi olmayan ülkelerin veya üçüncü dünya ülkelerinin diyelim, dünya ekseninde gerek enerji gerek ekonomideki konumu değişti. Niçin? Enerjide OECD üyesi olmayan ülkeler gittikçe daha fazla önem kazanmaya başladı. Dünya petrol, enerji, gaz ve elektrik gibi… Bunların üretiminde ve tüketiminde artık OECD üyesi olmayan veya biraz daha geniş kapsamıyla üçüncü dünya ülkeleri biraz daha öne çıktı.
2010 yılına geliyoruz, 2010 yılı da ‘gazino kapitalizmi’nin sonu oldu.
F. S.: Nasıl yani bunu biraz açalım?
S. K.: Şöyle. Biliyorsunuz bu finansal kriz hakkında insanlar çeşitli yorum yapıyor ama bu hatch fontlar olsun, finansal kurumlar olsun böyle gazinoda bir şekilde iddiaya bir şekilde nasıl girersin aynı şekilde piyasaya para sürüp herhangi bir hisse senedinin veya petrol fiyatının yukarı inip çıkmasında önemli faktör oynuyorlardı. Fakat Lehman Brothers ve AY M’yle başlayan çöküş hızlandı ve Obama’nın, Avrupa Birliği’nin ve Amerika’nın geçen haftalarda çıkardığı bir kanunla artık “gazino kapitalizmi”ne bir son verilmesi için yeni bir dönem başladı.
F. S.: Şimdi geçmiş 10 yıldaki ana trendlere, dönüm noktalarına değindiniz. Peki bu gelecek 10 yıl içinde bir öngörüde bulunma imkânı verir mi bize? Enerji konusunda nasıl bir öngörüde bulunabiliriz?
S. K.: Tabii. Birinci öngörü şu olması lazım: Petrol üretim zirvesi. Yani şimdi bazı insanlar bunu petrol bitiyor gibi algılıyor. Aslında tam tersi. Petrol kullandığımız her alanda bitiyor. Şu anda saniyede 160 bin litre petrol tüketiliyor dünya çapında. Tabii her kullanım rezervlerin azalması demektir. Önümüzdeki 10–15 yıl içerisinde petrol üretim zirvesi dediğimiz petrol üretiminde maksimum üretim noktasına geleceğiz. Ondan sonra dünya petrol üretimi azalacak. Azalınca ne olacak? Talep artıyor. Petrolü şu anda ikame edecek başka bir enerji kaynağı yok. Böylece ne olacak? Doğal kaynaklar eksenli bir sürtüşme, tartışmalar başlayacak. Çin bunu 10–15 yıldır zaten yapıyor. Orta Asya, Afrika, Kuzey Amerika ve Güney Amerika’da sürekli petrol ve gaz sahalarına yönelik alımlar yapıyor. Ve ilerdeki enerji güvenliğini sağlamaya çalışıyor. Buda ne demek olacak, petrol üretim zirvesini geçtikten sonra petrol fiyatları artacak. Yani üç haneli rakamlara çıkacağız ama birinci hanedeki rakam bir olmayacak. Yani 200 dolar ve üzeri petrol fiyatlarından bahsediyor olacağız.
İkincisi, biraz daha bölgesel olarak baktığımız zaman Avrupa Birliği, Avrupa, Türkiye ve Kuzey Afrika dâhil olmak üzere benzin ve dizel arasında fark daha çok ortaya çıkacak. Nasıl çıkacak? Şu anda Avrupa Amerika’ya oldukça büyük miktarda benzin satıyor. Fakat rafinelerde pek fazla yenileşme yok. Dizel ihtiyacı gittikçe artıyor ve önümüzdeki 10 yılda beş yılda zaten artacak, Türkiye’de dahil olmak üzere. Hatta Türkiye’de belki ikiye katlanacak. 2020–2025 yılları civarında. Sorun şu; kimse rafineri yatırım yapmıyor. Yapmayınca siz daha fazla dizel üretmek için çok daha fazla benzin üreteceksiniz. Benzin Amerika’ya satılıyordu. Fakat Amerika’nın artık bu bio yakıtlara yönelmesi vesaire Amerika’nın ithalatını -benzin ithalatını- azaltacak. Dolayısıyla satacak yer bulunamayacak. İkincisi, dizel genellikle Rusya’dan geliyor ama Rusya’da AB ve genel olarak Avrupa’da dizelin spesifikasyonları gittikçe daha sertleştiriliyor. Rusya’da diyecek ki ben daha fazla Çin’e mal satıyorum. Dolayısıyla dizel ihtiyacı artacak ama nerden dizel alınacak? Bu pek fazla bilinmiyor. Daha doğrusu kaynak olarak zorlaşacak. Yani sonuçta dizel fiyatlarının benzin fiyatlarından yukarı çıkabileceğini önümüzdeki beş sene içersinde yaklaşık söylersek pek abartı olmaz herhalde.
F. S.: Şimdi petrole olan talebin artışı genel olarak enerjiye olan talebin gittikçe artması ve ülkeler arasında bu tür sürtüşmelerin olabileceği öngörünüzden dolayı şöyle bir soru akla geliyor: Ülkelerin enerji ihtiyaçlarıyla dış borçları arasındaki korelasyon-ilişki. Bu konuda neler söylenebilir? Ülkelerin dış politikalarını geliştirmesinde, uygulanmasında enerji konusu daha mı belirleyici olmaya başlayacak?
S. K.: Kesinlikle. Rusya’dan örnek verebiliriz. Putin doktrininden bahsedebiliriz. Amerika’dan örnek verebiliriz. Artık dış politikayla enerji politikası birbirinden bağımsız şeyler değil. Bunlar artık iç içe geçmiş kavramlar. Ve hatta birçok ülkede artık enerji dış politikayı belirliyor, dış politika enerjiyi değil. Bizde hala bir şekilde ikisi birbirinden ayrı tutuluyor ama enerji dış politikayı belirliyor.
F. S.: Bu gittikçe daha belirgin hale gelecek diyorsunuz?
S. K.: Çok daha belirgin… Kaynaklar kısıtlı ve azalmaya başladığı sürece bu çok daha fazla ön plana çıkacak. Bunu Hazar’da daha fazla göreceğiz. Zaten son iki yıldır Karadeniz bölgesinde görüyoruz. Çünkü dünyanın jeopolitik ekseni artık Doğu’ya doğru kayıyor.
F. S.: Hazar havzasına, Karadeniz havzasına değineceğiz ama bu arada biraz önce değindiğiniz hususa dönmek istiyorum. Petrol fiyatlarının özellikle 2008–2010 döneminde büyük dalgalanmalar yaşadığını biliyoruz. Petrol fiyatlarının belirlenmesinde temel etkenler nelerdir, bu iniş-çıkışların sebebi nedir?
S. K.: Bunun üzerine çok konuşuldu ve tartışıldı. Normalde iki tane görüş hâkimdi: Bir tanesi bu tamamen spekülatörlerin işi, diğeri ise tamamen arz-talep dengesidir. Şimdi ben bu tamamen arz-talep dengesine katılmıyorum. Arz-talebi nasıl belirlersiniz? Dünya petrol üretimi bu kadardır. Dünya petrol ihtiyacı şu kadardır. Aradaki fark, stok değişimleri… Bu stok değişimleri dediğimiz olay arz-talep arasındaki dengesizlik petrol fiyatlarını azaltır da çıkartır da. Ama şu var: “Şu anda gerçek olarak dünyada ne kadar petrol üretiyoruz” diyemeyiz. Yani çok ilginç bir şey diyeceksiniz. Şu anda yeryüzünde uçak mesafesini düşünün 30 bin, 40 bin fitten aşağıya bardağın ağzı genişliğinde bir huniden petrol çıkarttığınızı düşünün. Bir bu kadar teknoloji var. Öteki taraftan dünyada ne kadar petrol üretiyoruz bilmiyoruz. Ne kadar tüketiyoruz bilmiyoruz.
F. S.: Sağlıklı bir envanter yok mudur?
S. K.: Yok. Ve ben bunu iddia ediyorum, yok! Bulunmasını iddia ediyorum. Ben Uluslararası Enerji Ajansında OECD üyesi olmayan ülkelerin enerji istatistiklerinin başındaydım. 104 ülkeye bakıyordum. Artı 30 OECD ülkesi, 134 ülke. Fakat enerji istatistikleri özellikle OECD üyesi olmayan ülkelerde sağlıklı değil. OPEC üyesi ülkeler, özellikle Suudi Arabistan ne kadar petrol üretiyor, bilmiyoruz. Bunlar tahminler. Dolayısıyla siz dünyada ne kadar petrol üretiliyor, tüketiliyor özellikle de geçen ay mesela. Böyle bir şey yok. Bunlar tahmin.
F. S.: O zaman petrol fiyatlarını üretim ve tüketim ya da talep belirlemiyorsa, başka faktörler devreye giriyor demektir…
S. K.: Tabii. Burada “gazino kapitalizmi”ne geliyoruz yine. Nasıl yapıyoruz? Dünyada yaklaşık 10 tane çok büyük kağıt varil dediğimiz kağıt üzerinde bu vadeli işlemler piyasası veya over the counter dediğimiz tezgah arkası birebir alışverişlerde yapılan miktarlar. Bunlar vadeli işlemler piyasası. Vadeli işlemler piyasasını eğer 10 kadar büyük şirket nasıl belirliyor? Bakınız anlık petrol fiyatlarına baktığınız zaman sabah New York Borsası veya Londra’daki merkez alım-satım petrol fiyatlarının belirlediği dakikalık şeylere baktığınız zaman ilk 20 dakikadaki büyük 10 şirketin alım-satımı o günkü yaklaşık petrol fiyatını belirler. Yani çok korkunç derecede, çok büyük miktarlarda para aktı. Ve bu para birdenbire çekildi. Lehman Brothers’ın vs. büyük kuruluşların batmasıyla petrol fiyatları aşağıya doğru indi. Ondan sonra Amerikan Senatosu’na bakmak lazım. Amerikan Senatosu son derece sıkıştırdı. Dedi ki; büyük petrol şirketlerinin başkanlarını çağırdılar. Dediler ki siz aşırı kâr yapıyorsunuz. Ve biz artık bu vadeli işlemler piyasasındaki oynamayı indirmemiz lazım. Ve yine çok yakın zamanda, geçenlerde yeni bir kanun çıkartıldı. Ve dediler ki vadeli işlemler piyasasındaki oynamaları biz artık normal piyasadaki işlemler haline sokacağız. Yani kâğıt varilden kaçıyoruz.
F. S.: Hormonlu fiyat oluşumuna engel olmak için çalışmalar yapılıyor.
S. K.: Güzel bir tabir. Doğru.
F. S.: Hazar Havzası, Karadeniz Havzası, Akdeniz Havzası ve diğer bölgelerin öne çıktığına değindik. Son dönemde belli bölgeler öne çıkıyor. Hazar havzası, Karadeniz havzası, Türkmen gazı, Kazak gazı, belki Azerbaycan, Rusya. Bütün bu bölgesel hareketliliği nasıl yorumluyorsunuz?
S. K.: Özellikle petrol stratejik bir ürün. Sıradan bir ürün değil. Petrol uğruna savaşlar yapıldı ve savaşlar yapılmaya devam edecek bir şekilde. Petrolün yanına artık gaz da geldi. Yani gaz savaşlarından da bahsedebileceğiz. Bu soğuk savaş olur, sıcak savaş olur, bunu gelecek gösterecek. Şu var: Az önce bahsetmiştim petrolün üretim zirvesi, bu sadece petrol için değil gaz içinde geçerli. Gazda da bir üretim zirvesine gireceğiz.
Şimdi petrol global bir ürün. Bir şekilde taşırsınız. Kamyonla taşırsınız, demiryoluyla taşırsınız, gemiyle taşırsınız, boru hatlarıyla taşırsınız ama gaz öyle değil. Gazı ya sıvılaştırılmış doğalgaz tankerleriyle taşırsınız veya boru hattıyla. Dolayısıyla petrol boru hattı söz konusu olunca bir ülkeden bir ülkeye gazın akışını sağlamak için eğer direkt olarak, şu an Rusya’nın yaptığı gibi Rusya’dan Almanya’ya Baltık Denizi üzerinden bir hattan geçer- yoksa bir sürü transit ülkesini geçeceksiniz. Dolayısıyla transit ülkesiyle üretici veya tüketici arasındaki politik kavgalar gaza yansıyor. Veya gazın kavgaları politiğe yansıyor. AB, o yüzden ayrı tutmak lazım Avrupa’yı. Çünkü petrol her yerden temin edersiniz çünkü bir sürü yolu var. Gazda AB önümüzdeki 15 yıl şu andaki en büyük ithalatçı konumunda olan AB ithalatını büyük bir oranda Rusya’dan, Kuzey Denizinden ve Kuzey Afrika ülkelerinden sağlıyor. Fakat önümüzdeki 15 yıl içersinde Norveç’ten alacağı gazın miktarı azalmaya başlayacak. Niçin başlayacak? Çünkü Norveç gaz üretim zirvesini geçmiş olacak. Aynı şekilde belki Cezayir’den de bahsedebiliriz. Ama diğer taraftan AB’nin gaz ihtiyacı gittikçe artacak. Peki bu gaz nerden gelecek? Sıvılaştırılmış doğalgazla getirebilirsiniz ama altyapılara baktığınız zaman bütün enerji terminalleri Avrupa’nın batı yakasında. İspanya, Fransa, İngiltere, İtalya… Fakat 2009’daki gaz krizi bize gösterdi ki Avrupa’da sorun doğuda; Balkanlarda, Doğu Avrupa’da ve merkez Avrupa’da. Buraya gaz nerden gelecek? Kuzey Afrika’dan az alıyor. Kuzey Denizinden az alıyor. Ya Rusya’ya daha fazla bağımlı olacaksınız ya da enerji çeşitlendirmesi yapacaksınız mecburen Hazar’a gözünüzü dikeceksiniz. Daha doğrusu gazı oradan getirmeye çalışacaksınız. Ama gazı nasıl getireceksiniz? Şu anda Azerbaycan’dan Şah Denizinden gaz geliyor ama bir on sene sonra Şah Denizden gelecek gazın miktarı azalacak. O zaman çekim alanı ne olacak? Türkmenistan. Sorun “Türkmen gazını Avrupa’ya nasıl getireceğiz?” sorunu. İşte burada % 100 politika işin içine girecek. Çünkü mesleğin içinde olanlar bilirler “boru hatlarında, ekonomi politikadan sonra gelir”.
F. S.: Tam bu noktada şimdi ister Türkmen gazı ister Hazar bölgesi kaynakları belki İran’ı da buna katmamız mümkün… Batıya nakledilebilmesi için kilit ülkelerden biri Türkiye. Dolayısıyla son dönemde ülkemizin bu enerji nakil hatları konusunda önemli koridorlardan ya da güzergâhlardan biri olduğu yorumları yapılıyor. Bu hususun önemi nedir Türkiye açısından? Getirileri nedir, neler yapılması gerekir?
S. K.: Türkiye son derece stratejik bir ülke. Türkmen gazı Avrupa’ya nasıl gelir? Ya Rusya üzerinden gelir ki bunu AB istemiyor. Daha doğrusu Rusya’ya daha fazla bağımlı olmak istemiyor. Ya İran üzerinden gelir ki geçen Temmuz başında Amerikan Kongresi’nde çıkartılan yeni bir kanunla İran’da yeni enerji yatırımlarının yapılması yasaklandı, Amerikan firmaları tarafından. Ve İran’da yeni enerji yatırımları yapacak başka şirketlerinde bir şekilde politik olarak veya mali destek olarak önüne geçilecek. Ya da ne yapacaksınız Hazar üzerinden Trans Hazar Boru Hattınızı çekeceksiniz. Ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya getireceksiniz. Yani ne olursa olsun bir şekilde Türkiye burada köprü vaziyetinde. Sadece tabi Türkmen gazı değil, İran korkunç rezervi olan bir ülke. İran gazı nasıl Avrupa’ya gider? Türkiye üzerinden gitmesi lazım! Yine aynı şekilde Irak. Irak gazı nasıl gidecek? Ya Suriye üzerinden bir petrol boru hattı çekeceksiniz, Suriye’de sıvılaştıracaksınız. Veya Lübnan’da ondan sonrada Avrupa’ya taşıyacaksınız. Ama Avrupa’ya taşınacak hacim küçük olacak. Eğer büyük hacimde gaz Avrupa’ya gönderilmek isteniyorsa Türkiye üzerinden geçiş yapılması lazım. Tabii bir sürü alternatif boru hatları var.
F. S.: Bunun Türkiye’ye getirisi nedir? Türkiye’den bu kadar boru hattının geçmesinin Türkiye’ye ne gibi yararı olur? Mevcut stratejik önemini arttırıcı bir faktör olmanın dışında ilave bir konum kazanma söz konusu olacak mıdır?
S. K.: Kilit ülke olacağız. Türkiye’nin gaz aldığı ülke sayısını çeşitlendirecek ve Rusya’ya bağımlılığını azaltacak. Bu boru hatlarının Türkiye üzerinden geçmesi enerji diplomasisi ve Türkiye’nin stratejik konumu açısından son derece önemlidir.
F. S.: Peki bu noktada deminde kısaca değindiniz ama biraz açalım istiyorum. Petrol ve doğalgaza bu kadar bağılıyken ülkelerin bir yandan da alternatif enerji kaynaklarına yöneldiklerini biliyoruz. Bir de tabii bunun beraberinde getirdiği “temiz enerji” tartışmaları var. Bu alternatif enerji kaynaklarının arttırılması, çeşitlendirilmesi ya da temiz enerji arayışları petrol ve doğalgazı ikame edebilecek durumda mıdır? Bununla ilgili nasıl bir öngörüde bulunulabilir, toplam içindeki payları açısından?
S. K.: Doğru. Çevreci olmak -abes olacak ama- kolay. İki üç tane makale okursunuz birdenbire çevreci kesilebilirsiniz. Böyle yapan bir sürü insan var. “Allah bizi sahte çevrecilerin şerrinden korusun!” diyeyim. Belki çok yanlış anlaşılacak bir terim ama şu var: Güneş var, rüzgâr var, jeotermal var, bunlar yenilenebilir enerji kaynakları. Buyurun arabanızı rüzgârla çalıştırın. Yani alternatif olacak yer var, alternatif olamayacak yer var. Tamam petrolden elektrik üretimini kısarsınız. Burada petrolü ikame edersiniz ama taşımacılık sektörünü de zor edersiniz. Doğalgazdan elektrik üretiminde yenilebilir enerji kaynakları alternatif olabilir ama sanayide, ısıtmada ne yapacaksınız?
İkincisi, yenilebilir enerji kaynakları 24 saat size fayda sağlayan bir şey değil. Rüzgâr esmedi, hava karardı… Çünkü üretilen elektriği depolayamıyorsunuz. Üçüncüsü, bunlar bölgesel çözümler. Antalya’da güneşiniz vardır, kurarsınız. Bölge halkı güneşten yararlanır. Yenilebilir enerji kaynakları olması lazım. Batıda jeotermalimiz vardır. Olması lazım. Rüzgârımız vardır, değerlendirilmesi lazım. Ama küresel çözüm değil. Yöresel çözümler.
F. S.: Şimdi bu noktada Türkiye’nin enerji politikaları, enerji stratejileriyle ilgili kısma geçmek istiyorum. Türkiye son dönemde enerji alanında aktif bir diplomasi yürütüyor. Türkiye’nin enerji stratejisinin temel öncelikleri, ilkeleri nelerdir?
S. K.: Türkiye artık önemli bir ülke. Sesini dışarıya duyuran bir ülke. Bunu zaten dış politikada da görüyoruz. G-20’lerin arasında ve geleceği son derece parlak olan bir ülke. Gerek Avrupa gerek Amerika bunun bilincinde. Belki biz o kadar fazla bilincinde değiliz ama dışarıda bu böyle gözüküyor. Türkiye ilerde çok daha fazla önemli bir ülke olacak.
Şimdi bu enerjide eskiden çok fazla oyuncu yoktu. Şimdi oyuncuların sayısı arttı. Eskiden bir iki tane güç vardı oyunun kurallarını belirleyen. Artık Türkiye’de bu oyunun kurallarını belirleyen aktörlerden birisi haline dönmeye başlıyor. Bunu aslında bir haritada göstermek mümkün. Türkiye yoğun bir diplomasi atağında ve bu diplomasi atağında belki biraz eksiklik oluyor. Hazar’a belki gerektiği kadar önemi vermiyoruz. Ama Avrupa bir şekilde Hazar’ın üzerinde, Çin Hazar’ın üzerinde, Rusya Hazar’ın üzerinde, Amerika Hazar’ın üzerinde.
F. S.: Bu noktada Türkiye son dönemde gerek Rusya ile gerek Azerbaycan ile önemli antlaşmalar imzalandı. Böyle bir yöneliş olduğunu düşünmemize kafi midir? Hazar’ın önemini fark edip oraya yönelmek anlamında…
S. K.: Tabi tabi. Hazar’da iki şekilde oyuncu olmak mümkün: Bir, üretirsiniz. İki, ürettiğinizi taşırsınız. Ya da sadece taşırsınız. Şu anda izlediğim kadarıyla Türkiye’nin konumu taşıyıcı olması. Ama diğer taraftan taşıyıcıdan ziyade bir hab dediğimiz yani bir “merkez” haline gelmesi söz konusu olabilir. Biz hep gaza yüklendik. Gazda nasıl enerji koridoru olur falan. Ama petrole çok fazla yüklenmedik. Türkiye’nin bence biraz petrole yüklenmesi lazım. Bakın dünyada iki temel petrol fiyatını belirleyen marker dediğimiz şeyler vardır. Batı Texsas petrolü, brend petrolü. Neden Ceyhan’a akan petrol olmasın?
F. S.: Bir diğer önemli konuda nükleer enerji yasası çıktı TBMM’den. Türkiye bir yandan da alternatif enerji kaynaklarına yönelmeye gayret ediyor ve nükleer enerjiyle ilgili önemli antlaşmalar imzaladı. Bu nükleer enerjiyle ilgili tartışmalara ne diyorsunuz? Bir yandan taraftarları var, bir yandan eleştirenler var, güvenlik endişesi var, çevre endişesi var…
S. K.: Nükleer enerji bir şart. Bazıları bunu bir lüks olarak görüyor. Yani nüfusumuz belli. Nüfusumuzun ne olacağı aşağı yukarı belli. Gelişeceğimiz belli. Bu kadar elektrik nerden üretilecek? Yani dediğimiz gibi yenilebilir enerji kaynakları bölgesel bir çözüm, ama nükleer global bir çözümdür. 24 saat. 86. Bin 400 saat çalışabilir. Sürekli elektrik sağlayabilecek bir şey. Bunu göz ardı etmemiz mümkün olamaz.
F. S.: Dolayısıyla enerji güvenliği açısından, kaynak güvenliği açısından nükleer enerjinin gerekli olduğunu düşünüyorsunuz. Peki endişelere ne diyorsunuz? Çevre felaketleri ya da…
S. K.: Avrupa’ya bakması lazım. İnsanlar nükleer santrallerin yanında denize giriyor. Amerika’da 100’den fazla nükleer santral var. Yani onların hiçbirisi çevreci değil, insanlarını düşünmüyor biz insanımızı birdenbire çok fazla düşünür hale mi geliyoruz. Yani biraz abartılardan, bilinçsizlikten diyelim biraz soyutlamamız lazım gerçekleri.
F. S.: ‘Dünya ne yapıyorsa bizim de o gelişmeleri takip edip ona uyum sağlamamız gerekir’ diyorsunuz.
S. K.: Tabii. Yenilebilir enerji kaynakları da olacak nükleer enerji de.
F. S. Çok teşekkür ederim.