Dünü ve Bugünü ile Doğu Türkistan
Dünü ve Bugünü ile Doğu Türkistan, (Doç. Dr. Erkin Emet – A.Ü. DTCF; Seyit Tümtürk – Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı), 10 Temmuz 2010.
Dr. Fahri SOLAK: Bugün ele alacağımız konu ‘Dünü ve Bugünü ile Doğu Türkistan’ konusu. Konuyu değişik açılardan konuklarımızla ele alacağız. İki tane konuğumuz var: Bir tanesi Doç. Dr. Erkin EMET, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi. Diğer konuğumuz Seyit TÜMTÜRK, Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı. Aynı zamanda Dünya Uygur Kongresi Genel Başkan Yardımcısı. Hoş geldiniz.
E. E. – S. T.: Hoş bulduk.
F. S.: Uygun görürseniz önce kavramsal bir çerçeveyle başlayalım. Yani Türkistan, Doğu Türkistan, Batı Türkistan, Sincan vb. kavramları neyi ifade ediyor? Bu kavramların bizim için ifade ettiği anlam nedir?
Seyit Tümtürk: Sorunuz çok isabetli bir soru. Doğu Türkistan nedir, neresidir? Bunun çerçevesi nedir? Doğu Türkistan tarihte Büyük -ulu- Türkistan olarak zikredilen Türklerin ilk ana vatanı olarak yaşadıkları bu coğrafyanın ismi. Yani tabii ki daha sonraki yıllarda atalarımızın pasaportsuz, sınırsız ve tercümansız olarak milyonlarca kilometre bu geniş alanda yaşadıkları bu coğrafya büyük -ulu- Türkistan maalesef Rus ve Çin gibi iki büyük emperyalist devletin işbirliği sonucu ikiye bölünmüş. Batı Türkistan dediğimiz Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve diğer Türk Cumhuriyetleri ve muhtar/özerk bölgeleri Rusya’nın elinde kalmış. Doğu Türkistan dediğimiz bugün ana gövdeyi Uygur Türklerinin oluşturduğu, tabii Özbek, Kazak, Tatar kardeşlerimizin de bulunduğu, Doğu Türkistan coğrafyası da Çin işgalinde kalmıştır.
Tarihte tabii ki bu coğrafyada Göktürkler, Hunlar, Uygurlar, Çağataylar, Sayidiye Hanlıkları gibi, Karahanlılar gibi birçok imparatorluklar ve devletler, beylikler Doğu Türkistan’a başkentlik yapmış, Doğu Türkistan bu coğrafyada bu büyük Türkistan coğrafyasında çok önemli bir tarihi işlevi yerine getirmiştir. Bugün yine Türklerin ilk defa İslam’la şereflendiği Karahanlı hükümdarlığı da Sultan Saltık Buğra Han’la Doğu Türkistan coğrafyasında yaşam bulmuştur. O yönüyle de Doğu Türkistan tabii ki Türk dünyasının asla ve kat’a ayrılmaz en önemli bir parçasıdır.
F. S.: Dediklerinizden şunu anlıyorum: Türkistan dediğimiz, bu bölgenin tarihi ismi. Bütün bölgeyi ‘ulu Türkistan’ ya da ‘büyük Türkistan’ olarak ifade ettiniz. Bugün onun batı kısmına Orta Asya tabiri daha çok kullanılıyor değil mi? Özellikle son dönemde Orta Asya diye öne çıktı. Ama bizim orayı tarihi olarak isimlendirdiğimiz kavram “Türkistan” kavramı. Doğu Türkistan’da bugünkü Çin işgali, Çin Halk Cumhuriyeti sınırlarının içinde olan kısmına Doğu Türkistan diyoruz. Fakat biliyoruz ki Doğu Türkistan’da bugünkü Doğu Türkistan’da Uygurların ağırlıklı olarak yaşadığı biliniyor. Fakat biliyoruz ki başka halklarda yaşıyor.
Erkin Hocam, bugünkü Türkistan’da yaşayan halklar hangileridir, demografik yapısı nasıldır?
Erkin Emet: Bunu söylemeden önce bu “sincan” kelimesi -yani Seyit Bey’in de söylediği gibi- 18.yy. sonlarında 1884’te kasım ayında Mançu İmparatorluğu yani Çin İmparatorluğu Zozong adlı bir general Doğu Türkistan kısmını işgal ediyor. Çarlık Rusya, Batı Türkistan’ı işgal ettikten sonra. Buranın adını Şincan koyuyor.
F. S.: Ne demek Şincan?
E. E.: Yani Manço İmparatorluğu’nun 19. eyaleti olarak 1884’te Şincan adını veriyor. ‘Şin’ Çince’de “yeni” demek. ‘Can’, “yeni kazanılmış toprak” demek. Yani pek çok Türkiyeli insanlar Ankara’nın Sincan ilçesiyle karıştırıyor. İkisi ayrı isim. Yani bu bizdeki Şincan, Doğu Türkistan’ın şimdiki adı “yeni kazanılmış toprak” anlamında. Zaten buradan müstemleke kokuyor.
Doğu Türkistan’ın demografik yapısına baktığımız zaman Seyit Bey’in söylediği gibi Türkistan, Türk ve Farsça eki “–istan” yani “Türklerin yaşadığı bölge” demek.
F. S.: Türklerin ülkesi.
E. E.: Evet. Bunu Çin ideolojik olarak, işgal ettikten sonra burası ezelden beridir Çin toprağıdır denmesi için… Bugün de bunu yazıyor kitaplarında. Bugün de bunun adı belli. Tarihi kaynaklarda hep Türkistan diye geçiyor. Burada Uygurların çoğunlukta olduğu Çin’in resmi rakamına göre bugün 9 milyon 300 bin civarında Uygur olduğunu Çinliler söylüyor. Ama bu eski. 1940’lardaki 1945-55-80’lerde buradaki nüfus sayımında Çin nüfusunun çoğalma orantısı ile Uygurlarınkine baktığın zaman Çinlilerin kasti olarak 10 milyonun altında gösterildiği söylenebilir.
F. S.: Sizin tahmininiz nedir?
E. E.: Biz de bu konuda doktora tezi yapanlar oldu. Eski tarihteki kaynaklardan yararlanarak… Uygurlar çok çocuklu. 1980’den önce hep altı, sekiz çocuklu aileler. Biz de altı kardeştik. Dolayısıyla buranın nüfusu 20 milyon civarında. Uygur Türkü 2 milyon civarında. Kazak Türkü 1 milyon, 1.5 milyon civarında. Kırgız, Tatar, Özbek, Tacik Türkü olmak üzere 25 milyon Türk soylu insanın yaşadığını uzmanlar söylüyor.
Tabii siyasetçilerimizden, Uygurlu politikacılardan 30 diyen var, 35 diyen var; ama bence ilmi araştırmalardan yola çıkarak bugün bu coğrafyada Tanrı Dağlarının kuzeyinde Kazak ve Uygurlar ağırlıklı olmak üzere 25 milyon Türk soylu yaşıyor.
Bunun dışında buranın yerli halkları var tarihten beri yaşayan. Örneğin Moğollar var. Moğollar çok eski bir tarihten beri biz beraber yaşıyoruz. Ama Çinlilerin Doğu Türkistan’a gelmesi, yoğun olarak gelmesi 1949’dan sonra. Yakında bir makale yayınlandı Çin’in demografik yapısıyla ilgili. Son 60 sene içinde 1949’da Doğu Türkistan’daki Çinlilerin nüfusu 200 bin civarında.
F. S.: Şimdi ne kadar? Bu geçen süre içerisinde…
E. E.: Şu an Çin’in resmi rakamlarına göre 8 milyon civarında Çinli. Bunun içerisinde yerli, o nüfusa dâhil edilmeyen sivil bir ordu var, üretim ordusu diye. Her bölgede böyle sivil ordu, böyle askerlerin bulunduğu yerler var. Asker nüfusunu saymadığın zaman Çinliler 7-8 milyon civarında. Han ırkı olduğu söyleniyor ama bu kesinlikle doğru bir tespit değil. Yani kuzey bölgelerde Urumçi gibi, Şihanzi gibi Çinlilerin son 50 senede oluşturduğu yoğunluk olarak Çin nüfusunun olduğu bölgeler var. Bu 60 sene içersinde bir dış Moğolistan var özerk bölge, bir de Tibetler var. Bu ikisine nazaran en fazla göç Doğu Türkistan’a yapılmış.
F. S.: Bir de demin ifade ettiniz 25 milyon civarındaki Türk soylu Müslümanın yanında Çinlilerin de Müslüman olanları var değil mi? Çin’de Müslüman sayısı daha fazla…
E. E.: Evet Döngen denilen bölgede Müslüman Huí Zúlar var. Buranın nüfusunu Çin resmi kaynakları da 10 milyon civarında veriyor ama serpik bir şekilde çok fazla Çinli Huí Müslümanları var.
F. S.: Çünkü bazı kaynaklarda Çin’de toplam 100 milyona ulaşan Müslüman nüfusu olduğu şeklinde…
E. E.: Bence 50 milyon civarında. Böyle desek en uygun olanı olur.
F. S.: Peki şimdi tabii Doğu Türkistan’ın tarihi önemine değindiniz ama o coğrafyanın kendine has bir önemi olduğunu biliyoruz. Siyasi ve stratejik bir önemi olduğunu biliyoruz. Gerek sahip olduğu doğal kaynaklar gerek tarım potansiyeli… Doğu Türkistan coğrafyasının stratejik önemi nedir?
S. T.: Tabii şimdi Doğu Türkistan’ın da Batı Türkistan’ın da işgal edilmesindeki birinci sebep çok zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip olması, tarıma çok elverişli olması, dört mevsimin çok muhteşem bir şekilde yaşanılıyor olmasıdır. Yine bunun dışında stratejik konumu, jeopolitik konumu, özellikle Doğu Türkistan’ın Çin açısından stratejik ve jeopolitik konumu şu açıdan çok önemli ki, bugün Çin kendi ihtiyacının, kendi enerji ihtiyacının yani hidro karbon dediğimiz petrol, doğalgaz, kömür, uranyum gibi enerji ihtiyacının 3/1’ni Doğu Türkistan’dan karşılamaktadır. Bugün Doğu Türkistan’da 1.6 trilyon kömür, 10.3 trilyon metre küp doğalgaz, yine 160 milyar ton petrol, 60 milyon baş hayvan ve buğday, arpa, pamuk gibi stratejik öneme sahip bir tahıl ambarı Doğu Türkistan. Bunun dışında Doğu Türkistan Çin’in geri kalan enerjisinin sağlanabileceği yani Orta Asya, Hazar, Türkmen, Kazak, Azeri petrol ve doğalgazının Çin’e taşınması için adeta bir geçiş kapısı. Bu yönüyle de Çin için stratejik bir öneme sahip ve aynı zamanda da Çin’in ürettiği malları Batıya pazarlayabileceği tarihi İpek Yolu üzerindeki konumu ile de Doğu Türkistan Çin için vazgeçilmez stratejik bir öneme sahip.
F. S.: Doğu Türkistan Çin’in en batısı değil mi? Türkistan’ın doğusu ama Çin’in batısı.
S. T.: Evet. Şimdi bu yönüyle de baktığınız zaman bir de geçtiğimiz yıllarda hepimizce malum Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’a olan müdahalesi Irak petrollerinin, Orta Doğu petrol ve doğalgazını Amerikan eliyle kontrol ediliyor olması tabii ki de bu da Çin’in gelişmesine yönelik çok önemli bir darbe. Petrol ve doğalgaz ihtiyacını Çin Afrika ülkelerinden ve Orta Asya’dan karşılamaya yönelik bir atak göstermeye başladı ki bu açıdan da Doğu Türkistan’dan asla ve asla vazgeçmesi Çin açısından mümkün değil.
F. S.: Şu anlamda da önem kazanıyor değil mi?: Çin ekonomik gelişmesini sağladıkça enerji ihtiyacı artıyor…
S. T.: Kesinlikle! Bu açıdan tabii ki Doğu Türkistan’ı işgal altında bulundurmak durumundadır. Tabii bunun dışında yine Çin burada maalesef bu uygulamalarda çok anti demokratik, insan haklarını ve demokrasiyi hiçe sayan uygulamalarla bu planlarını hayata geçirmeye yönelik projeleri vardır. Burada Doğu Türkistan’ın yer altı ve yer üstü zenginliğini sömüren adeta talan eden Çin komünist yönetimi, oradaki Doğu Türkistan’ın gerçek sahipleri olan başta Müslüman Uygur Türkleri olmak üzere diğer Türk boylarına da âdeta yaşam hakkı tanımamakta ve bunların tamamını imha etmeye yönelik politika uygulamaktadır. Burada asıl sorun ortaya çıkmaktadır. Çünkü biz şuna razıyız: Sömürge tabii ki hiç kimsenin rıza göstereceği bir şey değil. Zenginliğimizin götürülmesi elbette rıza göstereceğimiz bir şey değil. Ama hayatımızın kastedilmesi tamamen imhaya yönelik asimilasyon politikalarının uygulanması tabii ki bu artık bıçağın kemiğe dayandığı noktadır. Diyebiliriz ki bugün biraz önce Erkin Bey’de söyledi bir sorunuz üzerine. 1940’lı yıllarda Doğu Türkistan’da henüz Çin işgali gerçekleşmemiş.
Biliyorsunuz 1933’te Doğu Türkistan’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kurulmuş. Bağımsız bir devlet. Ve 1944’te Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulmuş. İkinci bağımsız devlet. Yine biraz önce bahsettiğimiz konular çerçevesinde Rus komünist yönetimi ve Çin komünist yönetimi işbirliği yaparak bu genç cumhuriyetlerin yıkılması için işbirliği yapmıştır. Ki burada Doğu Türkistan’daki yeni hayat bulmuş genç cumhuriyetler eğer uzun soluklu olabilseydi Sovyet Rusya’sı işgali altındaki Türkistan’daki esaret altındaki kardeşlerimize ilham kaynağı olacak ve Rusya’nın parçalanma sürecini başlatacaklardı. Bu yüzden Rusya Çin’e destek vererek genç Türkistan’ın yeni cumhuriyetlerinin yıkılmasında destekçi olmuştur. Bugün 1930’lu 40’lı yıllarda % 5 olan Çinli göçmen sayısı maalesef üzülerek söylüyorum 5 Temmuzdaki Doğu Türkistan’da geçtiğimiz yıl yaşadığımız katliamın yaşandığı başkent Urumçi’de % 80 Çin’li göçü tamamlamıştır.
Bugün Kaşgar gibi Hotem gibi Golca gibi tarihi Türk İslam yurtlarının tamamında % 40-45-50’lik Çinli göçü sağlanmıştır. Çin’in buradaki amacı gelecekte demokratikleşen dünya, tabiri caizse birilerinin deyimiyle globalleşen dünyada, küreselleşen dünyada Çin bu demokrasinin dışında kalamayacağını hesap ederek gelecekte demokratikleşecek komünist yönetimin bir referandumda bir kendi kaderini belirleme yönündeki bir açılımda bu bölgenin tekrar Çin işgali altında kalması için gerekli işgal gücünü oluşturmuştur. Maalesef bugün durum budur.
F. S.: Bu tabii sizin detaylı bir şekilde ifade ettiğiniz bugünkü stratejik önemin tarih boyunca da bu bölge için söylenebilir sanırım. Tarihi İpek Yolu’nun en önemli güzergâhlarından birisi. Bu anlamda bakıldığında Doğu Türkistan tarihinin önemli dönüm noktalarıyla ilgili neler söylenebilir?
E. E.: Soruya şunu ilave etmek istiyorum: Stratejik önem dediğiniz zaman, İpek Yolu dediğiniz zaman insanların kafasında böyle ipeğin Çin’den götürülüp Batıya satıldığı bölge… Öyle değil! Aslı ekonomik güç yani. Kimin elinde İpek Yolu’nun kontrolü olsa o zaman en güçlü devlet olmuştur.
Bunun stratejik ikinci bir önemi 2 bin yıldan beri Çinliler dört kez işgal etmiş bu toprağı. İşgal ettiği zaman süper güç olmuş. Bugün Çin’in yükselmesi Seyit Bey’in dediği gibi Çin böyle haritasına baktığınız zaman güneyde Çin Denizi, doğuda Japon Denizi, kuzeyde Mançurya. Dışa açılan tek kapı Doğu Türkistan. Dolayısıyla Doğu Türkistan’ın istikrarı, buranın istikrarlı olması Çin için çok önemli. Dolayısıyla Çin buradaki baskıyı bugün yükseltmesindeki sebeplerden bir tanesi bu. Tabii Doğu Türkistan’ın buradaki kültürel bakımdan durumu çok önemli. Uygur Türkleri biliyorsunuz işte Göktür devleti, sonra Uygur devleti, Uygurların batıya göçü, batıya göçtükten sonra Turfan’dan gelip 840’ta Kan-çou (İdu-Kut) Uygur Devletini kurması. Bu devlet 9.yy. sonlarında bölgedeki en ileri devletlerden bir tanesi olmuştur. Burada matbaa var. Bugünkü çağdaş anlamda söylediğimiz, orada vesikalar bulunuyor, yapılan incelemelere baktığınız zaman bugünkü banka sisteminin o zaman kurulduğunu görüyoruz. Adam üzümünü kurutuyor, üzümünü diğer kişilere borç veriyor diyor ki bunu gelecek sene bu kadar faiziyle ödeme şeklinde… O zamanda bugünkü çağdaş anlamda bir bankacılık sisteminin o zamanda oluştuğunu görüyoruz. Daha sonra çok önemli Türklerin kültür hayatındaki en önemli etkenlerden bir tanesi Uygur Türklerinin sürekli yazı dilinin olması. Bugün bütün Türk dünyasında biz dilimizin tarihini, edebiyatını araştırdığımız zaman hep yazılı Uygur metinlerine başvuruyoruz.
Daha sonra geliyoruz Karahanlı devleti 846’da Sultan Saltuk Buğra Han ilk defa ‘İslam dini’ devlet dinini olarak kabul ediyor.
F. S.: İlk defa diyince Türklerin yerleşik hayata geçen ilk boylarından biri değil mi?
E. E: Tabii. Onlar daha sonra işte bu dönemdeki Türk dünyasının en önemli ortak eserlerimizi biliyoruz; Divan-ı Lügati’t Türk. Kaşgarlı Mahmut tabii kendi hayatıyla ilgili eserde detaylı bir şey bırakmıyor. Ama eseri okuduğumuz zaman serpik bir şekilde de olsa Kaşgarlı Mahmut’un soylu bir aileden gelen bir şehzade olduğunu, onun bütün Türklerin yaşadığı bölgeleri dolaştığını, derleme yaptığını, hatta metnini okuduğumuz zaman bugün Uygurlarda, Uygurların bugün yediği yemeklerin, bugün bizim mutfak kültürümüzün % 80’ini Divan-ı Lügati’t Türk’ten biliyoruz. Mesela “uğri” diye bir yemeğimiz var; çorba. Geçende televizyonda seyrediyorum “umaş” diye bizim çorbamız var, Kastamonu’da bir köyde “umaç” diye bir çorba varmış. Divan-ı Lügati’t Türk sadece Araplara Türkçe öğretmek için değil, bir ansiklopedi o. Türklerle ilgili at kültüründen tutun yemek kültürü, folklor, destan… ne isterseniz buradan Türklerle ilgili bilgiye ulaşabilirsiniz.
F. S.: 19.yy’a gelindiğinde, 19.-20.yy’da önemli tarihi noktalar nelerdir Doğu Türkistan tarihi açısından?
E. E.: Tabii Doğu Türkistan önemli. 16.yy’da deniz yolunun açılmasıyla Türkistan’ın ekonomisi gerilemeye başlıyor. Ekonomik buhran, kültürel bakımdan da yavaş yavaş yozlaşmaya başlıyor. Tabii burada bizim kültürümüzde en önemli Seyidiye Hanlığından bahsetmek lazım. Bizde 12 makam diye çok büyük bir kültür hazinemiz var. Bu Yarkent’te, Seyidiye Hanlığı döneminde derleniyor. Uygur kültüründeki müzik. Düşünebiliyor musunuz 17.yy’da makamlar bizde derlenip yayınlanıyor.
Bir de 20.yy bizim için çok önemli. 1864’te Yakup Han ve devletinin Kaşgariye Devleti var. Bu büyük güçler arasındaki oyun neticesinde yok ediliyor. Geliyoruz 1933’e… 1930’da başlayan ayaklanmalar Komul, Turfan, Urumçi Ayaklanması derken 1933’te 12 Kasım’da Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ilan ediliyor. Tabii bunun ömrü uzun olmuyor. 1944’e geldiğimizde Doğu Türkistan Cumhuriyeti ilan ediliyor. Bu da 1949’a kadar devam ediyor. 49’da ekim ayında Mao’nun Çin’deki komünist devrimiyle, komünist Çinlilerin işgaliyle karanlık dönem başlıyor.
F. S.: Bu durumda 1930’larda 40’larda bağımsız devlet ilan edilmesi şunu söylememize imkan sağlıyor mu?: Türkiye Cumhuriyeti dışında tek bağımsız Türk devleti denemesidir…
S. T. – E. E.: Doğrudur.
F. S.: Biraz değindiniz ama, biraz daha açmanızı istesem bu Doğu Türkistan’ın Türk kültür tarihi içindeki yeri. Mahmut Kaşgariye değindiniz ama Yusuf Has Hacip’te var di mi?
E. E.: Yusuf Has Hacip, Atabetü’l-Hakayık’ın yazarı Edip Ahmet Yükneki… Bakın bu Güney Türkistan dediğimiz bugünkü Afganistan. Batı Türkistan, Doğu Türkistan o zaman bir bütün. Bugünkü Hacı Bektaşi Veliler, Mevlana Celaleddin Rumiler hepsi aynı damarda.
F. S.: Bu bir kültür havzası değil mi? Çok geniş bir kültür havzası. Türkistan kültürü diye kendine özgü…
E. E.: Tabii geniş bir kültür havzası. Bugün biz Afganistan diyoruz. Afganistan tarihte Güney Türkistan. Cumhuriyet kurulduktan sonra Mustafa Kemal Atatürk en iyi diplomatını Afganistan’a atıyor niye? Öneminden dolayı, stratejik olarak Türk dünyası için önemli olmasından dolayı.
F. S.: Bu noktada Seyit Hocam, Türkistan-Türkiye ilişkilerinin gelişimi ile ilgili neler söylenebilir?
S. T.: Bu sorunuza gelmeden önce bir konuyu ifade etmek isterim:
Biz 1933 ve 44’teki cumhuriyetleri ve 1949’daki komünist işgali, Mao’yla başlayan Doğu Türkistan’daki işgali… Yani bu işgalin çerçevesi şudur: Bir bağımsız devletin toprak bütünlüğü parçalanarak o toprak işgalci güçlerce ele alınmıştır. Burada işgal söz konusudur. Bağımsız bir Doğu Türkistan Cumhuriyeti bugün Çin işgali altındadır. 61 yıldır bugün Doğu Türkistan’da komünist Çin işgali mevcuttur. Bu 61 yıllık uygulamayla ilgili birkaç cümle ettikten sonra ben Türkiye ilişkilerine geçmek istiyorum.
1949’da Mao geldikten sonra 1964’le 97 yılları arasında 11’i yeraltında toplam 46 nükleer deneme gerçekleştirdi komünist yönetim Doğu Türkistan’da. Bu Doğu Türkistan topraklarının tamamen radyo aktif serpintiyle imha edilmesi ve yaşam koşullarının tamamen olumsuz etkilerinin görülmesi sebebini beraberinde getirmiş, başta bugün Doğu Türkistan’da kanser vakaları olmak üzere her türlü hastalığın pençesinde oradaki Müslüman Türkler yaşam mücadelesi vermektedir. Bugün o Doğu Türkistan’daki tarım vadisindeki o meyve sebzeler artık eskisi gibi lezzetli eskisi gibi verimli değil. Buğun 1940’lı yıllarda biraz önce bahsettik % 3-5 olan Çinli göçmen sayısı, % 50 çoğunluğun nerdeyse egale etmek durumunda. Bugün Doğu Türkistan’da bu zengin ülkenin evlatları adeta fakir bekçileri durumuna getirilmiştir ki üniversite mezunu gençlerimiz dahi iş bulamamaktadır. Bugün Doğu Türkistan’daki 18 ile 25 yaş arasındaki genç kızlarımız zorla ucuz iş gücünden yararlanmak maksadıyla adeta köle işçi olarak Doğu Türkistan’dan Çin’e götürülmekte ve fabrikalarda ağır şartlarda, hatta bazıları gayri ahlaki yerlerde çalıştırılmaktadır. O, 5 Temmuz’daki geçtiğimiz yıl yaşanan Şavvan’daki katliam işte bu genç kızlarımıza karşı yapılan ahlaksız bir saldırının sebebi olarak ortaya çıkmıştır.
Şimdi 2005 yılında başlayan bu kızlarımızla ilgili projeyle birlikte hayata geçirilen genç evlatlarımız üzerinde, 6-7 yaşlarındaki ilköğretim çağındaki çocuklarımıza, çift dilde eğitim projesi adı altında bir proje yürütülüyor ki; bu gençlerimize Çin dili eğitimi verilerek yapılıyor. Onların adeta ateist, komünist ideolojiyle terbiye edilmesi, mankurtlaştırılması ve komünist partinin birer sadık elemanı haline getirilerek gelecekteki Doğu Türkistan’daki gerçek sahipleri olan Müslüman Türkler üzerinde zulmedici birer eleman olarak yetiştirilmektedir.
Bugün ben size saydığım bu sıralamaların dışında yine 1984’te uygulamaya konan bir proje var ki; “şehirde tek çocuk, kırsalda iki çocuk politikası”; “doğum kontrolü ve aile planlaması” adı altında… Yaklaşık 25 yıllık süre içerisinde 15 milyon Doğu Türkistanlı genç bebek dünyaya gözünü açamamıştır. Nerde insan hakları, nerde annelik hakları, nerde kadınlık hakları, nerde çocukların dünyaya gelme hakları!… Bu vahşetler ne Hitler tarafından, ne Mussolini, ne Nemrut ne Firavun tarafından ne de günümüzdeki emperyalist işgalci devletler tarafından hiçbir azınlık ülkeye karşı uygulanmamıştır! Bugün bütün bu saydığım baskı ve asimilasyon politikaları sonucu işte 5 Temmuz katliamı, ayaklanması ve Doğu Türkistan halkının şanlı mücadelesi bütün dünyanın gözleri önüne serilmiştir.
Burda Türkiye-Çin ilişkilerine gelecek olursak bu noktada son yıllarda geçtiğimiz iktidarların yanlış uygulamaları olmuştur. Özellikle Mesut Yılmaz hükümetinin 98’e 36 numaralı genelgesi sonucu âdeta Doğu Türkistan gerçeğini yok sayan, Doğu Türkistan isminin yasaklandığı, Doğu Türkistan’ın ay yıldızlı gök bayrağının yasaklandığı, Doğu Türkistanlıların demokratik faaliyetlerinin yasaklandığı bir genelge Doğu Türkistan meselesini âdeta Türkiye’de bitirme noktasına getirmiştir.
Biz geçtiğimiz yıl bu Doğu Türkistan katliamı sonrasında devletimizin, yetkililerimizin, hükümetimizin bu genelgeyi 2009’a 15 numaralı yeni bir genelgeyle yırtıp çöpe attığını duyduk, buna şahit olduk. Ben buradan Türk milletine ve Türk devletine şükranlarımı arz ediyorum.
Tabii ki burada bu katliam karşısında Türk milleti âdeta tek yumruk oldu. Doğu Türkistan gerçeğinin Türk milletinin gerçek meselesi olduğu ekranlardan, sokaklardan, medyadan herkese haykırıldı. Bu noktada sayın devlet büyüklerimizde “âdeta bu bir vahşettir, bu bir katliamdır” deme noktasında Doğu Türkistanlı kardeşlerinin yalnız olmadığını ifade ettiler ki bu sözlere ben şükranlarımı arz ederken, bunun içinin doldurulmasının gerektiğini asla ve kat’a bu sözün takipçisi olunması gerektiğini de vurgulamak isterim. Yoksa Çin’in burdaki çeşitli atraksiyonları, oyunları ya da manipülasyonları Türkiyemizi aldatmaması gerekir ki Çin Komünist yönetimi olaylardan sonra üç defa resmi heyet göndererek Türkiye’ye âdeta özür dilemek durumunda kalmıştır. Ticari avantajlar, imtiyazlar teklif etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti devleti Doğu Türkistan meselesinde Çin’in tek rakibi, tek muhatabı haline gelmiştir. Ne Amerika ne Rusya ne Japonya ne Avrupa Birliği… Doğu Türkistan meselesinin gerçek sahibi Türkiye Cumhuriyeti devleti ve milletidir. Onun için bunun kesinlikle ve kesinlikle içinin doldurulması gerekir.
F. S.: Bu noktada tabii Türkiye-Doğu Türkistan ilişkileri sadece siyasi, diplomatik ilişkilerle sınırlı değil. Bölge kökenli ilim ve fikir adamlarının kültür hayatında ciddi etkileri olduğunu, katkıları olduğunu biliyoruz. Bu noktada neler söylemek istersiniz Erkin Bey?
E. E.: Şimdi bu iki ülke arasındaki ilişkilerle ilgili, tabii Çin yükselen bir güç, bölgesel bir güç, Türkiye’de bölgesinde bölgesel bir güç. Dolayısıyla Çin’de Türkiye’de iki ülke arasındaki ilişkiyi geliştirmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Her ülkenin kendi yüksek çıkarı için bir beklentisi var. Çin, Türkiye’den Batıya açılmak için Türkiye’yi en iddiâlı iş birliği yapacağı bir ülke olarak görüyor, Doğu Türkistan meselesini çözmek için Türkiye’yle dost olmak istiyor. Ekonomik olarak da Türkiye Çin’in en önemli mal ihraç ettiği ülkelerden bir tanesi. Bugün Türkiye geçen seneki rakama göre 17 milyar dolarlık mal alıyor, 1 milyar dolarlıkta mal satıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Çin’e değil, Çin’in Türkiye’ye ihtiyacı var, bu konumda. Ekonomik anlamda. Ama Türkiye’nin de uluslar arası platformda birtakım beklentileri var. Terör olayı var, Kıbrıs meselesi var, Çin Güvenlik Konseyi’nde beş ülkeden bir tanesi. Ama bugüne kadar Çin’in tutumuna baktığımız zaman Çin resmi gazetelerinde -biz sürekli takip ediyoruz- PKK’yı terör örgütü olarak yazmamıştır, devletli de bu ifadeyi kullanmamıştır. Kıbrıs meselesinde de tutumu aynıdır. Üç sene önce bizim Dış İşleri Bakanımız Çin’le olan diplomatik ilişkilerin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini bir toplantıda dile getirmiştir.
Tabii Doğu Türkistan’ın Türkiye’yle olan ilişkilerde köprülük rolü oynaması lazım! Bizde bunu hep söylüyoruz. Ama maalesef bu köprünün Çin tarafında problem var. Dolayısıyla bize bunu sürekli Türkiye, insan hakları ve demokrasi çerçevesinde söylem geliştirmek zorundalar. Burada bir insan hakları ihlali var. Büyük bir problem var. Bu sadece Türklerin değil, Müslümanların değil, onlar insan! İnsanlık âleminin meselesi. Dolayısıyla bütün dünya Doğu Türkistan meselesine ilgi göstermesi gerekiyor diye düşünüyorum.
F. S.: Tabii bu siyasi, kültürel sorunlar dediğimizde hemen aklımıza gelen hususlardan biri bir milletin dili. Uygur dili, Uygur edebiyatı bu dediğiniz çerçevede Çin’de gelişme imkanı buluyor mu? Uygurca eğitim yapılabiliyor mu? Uygur edebiyatının gelişmesi için ortam müsait mi? Uygur dili ve edebiyatıyla ilgili bilgi verir misiniz?
E. E.: Uygur edebiyatı, Uygur dili Türk lehçeler içerisinde, işte o Ali Şir Nevai’lerin -büyük şairimiz- Doğu Türkçesi dediğimiz Çağatay Türkçesinin mirasçıları bugün Özbekler, Uygurlar, Tatarlar, Kazaklar. Çağatay dili bu geniş Türkistan coğrafyasında kullanılmış-kullanılmakta. Bir de Batı Türkçesi var, Osmanlıca. Bu zengin dilin mirasçıları Hakaniye dili diyoruz Karahanlı Devleti döneminde kullanılmış. Böyle bir zengin dilin bugün Çin’in engelleriyle gelişmesini engellemiş durumda. Yani bir milleti yok etmek için önce onun dilini, sonra dinini, sonra yavaş yavaş… Çin’in niyeti 1960’ta Çinle bir azınlık politikası uygulatan Covkuren diye bir Çinli strateji uzmanının, askerin yazdığı bir yazı var. Diyor ki; “Bu bölgeye hakim olmak için bu milletin dilini yok etmemiz lazım!” diyor. 1993’te çok gizli bir belge…-çok dikkatiniz çekerim, burada niye 93? 1991’de Sovyetlerin çözülmesi, 93’te de çok gizli bir genelge yayınlıyor çift dilde eğitim altında. Dünyanın pek çok yerinde Batı Avrupa’da, Kanada’da pek çok ülkede çift dil eğitimi var. Ama Çin’dekinin o çift dilde eğitimle alakası yok. Yani Uygur Türkçesi sadece bir edebiyat dersi var, bugün uyguladığı. Diğerlerinin hepsine mecburi Çin dilinde eğitim göreceksin deniliyor. Şimdi ben de Pekin’de 10 sene yaşadım, Çince öyle Türkçeyle uzaktan yakından alakası yok. Çok farklı bir lisan. Bir Uygur öğretmeninin iki yılda Çince öğrenip onunla ders anlatması mümkün değil. Onbinlerce öğretmen işsiz. Bugün şu ana kadar Uygurlar 1884’te işgal edilmiş, bu tarihten beri çok güzel edebi eserler yazılmış. Mesela Abdurrahim Ötkür’ün İz romanı, Seyfeden’in Sultan Saltuk Buğra Han… yüzlerce böyle çok güzel romanlarımız yazılmış. Maalesef Türkiye’de fazla bilinmiyor, ama bizim bölgede Uygur Türkçesiyle yazılmış çok güzel edebi eserler son dönemde gelişmişti. Ama 93’te bu genelge, 2001’de 11 Eylül olayı, 2003’ten itibaren çok acımasız bir şekilde Uygur Türkçesine yasak getirmiş durumda. Buna uluslar arası Af örgütü, dünyadaki sivil toplum örgütleri Çin’e baskı yapıyor; dil özgürlüğü, inanç özgürlüğüne yaptığı muameleden dolayı. Çin’in gösterdiği sebep şu: Geçenlerde Türkiye’de bir siyasi partiyi ziyaret etmiş, siyasi parti lideri şunu demiş: Demiş ki niye Uygurların dilini yasaklıyorsunuz? Verilen cevap aynen şu: Uygurların geri kalmasındaki sebep dilinin bilim dili olmaması.
F. S.: Şimdi hocam Doğu Türkistan denince tabii akla göçler de geliyor. Doğu Türkistan’daki önemli göç hareketleri ve bunun sonuçlarıyla ilgili neler söylenebilir?
S. T.: Doğu Türkistan’da komünist Çin yönetimi işgalci pozisyonunda bulunduğu sürece Doğu Türkistan’dan sürekli bir göç olacaktır. Bugün Doğu Türkistanlıların bulunmadığı dünyanın hiçbir coğrafyası yoktur. Sibirya’dan Afrika’ya kadar ta Kenya’dan tutun ta Avustralya’ya kadar dünyanın her bölgesinde bugün Doğu Türkistanlı Türklere rastlamak mümkün. Çünkü orda yaşam imkânı bulamayan hayatta kalabilmek için âdeta kaçarcasına dünyanın en ücra bölgelerini kendileri için yaşam alanı seçen Doğu Türkistanlıların başka alternatifi yoktur. Komünist Çin işgali devam ettiği sürece bu göç devam edecektir.
Bugün 1949’daki komünist Çin yönetiminin -Mao’nun- işgalinden sonra bizlerin de içinde bulunduğumuz anne-babalarımızın, dedelerimizin, yakın akrabalarımızın içinde bulunduğu bir kafile Doğu Türkistan’dan Afganistan’a, Afganistan’dan da Türkiye’ye göç etmiştir. 1961 yılında Doğu Türkistan’dan ayrılan bu kafile, 65 yılına kadar Afganistan’ın başkenti Kabil, Badahşan, Baglan gibi şehirler başta olmak üzere beklemiş ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti devletinin Bakanlar Kurulu kararıyla ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin de iştirakiyle iskânlı göçmen olarak Türkiye’ye getirilmiş ve bugün Kayseri’ye yerleştirilmişlerdir. Bugün merkezimiz Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği genel merkezi Kayseri’dedir. Tabii buradan daha sonra Türkiye’nin değişik illerine teşkilatlanmamız ve göçler devam etmiştir. Daha sonraki yıllarda her darbe, her zulüm, her katliamda mutlaka bir bölüm kardeşlerimizin kaçarak geldiklerini görüyoruz. Bu kaçışların ekseriyeti Türkiye’yedir. Çünkü Doğu Türkistan halkı kendisi için manevi lider olarak ve siyasi lider olarak Ankara’yı görmekte. Ve Doğu Türkistan’daki 30–35 milyonluk Müslüman Türkü kendisine siyasi merkez olarak Pekin’i değil Ankara’yı görmüştür. Nişanı ve hedefi Ankara’dır. Ve kurtuluş umudu da Ankara’dır. Onun için sürekli Türkiye’ye yönelik bir göç vardır. Ama bu göçün sayısı Türkiye yönelik çok yüksek boyutlarda böyle milyonlarca falan değil. Birkaç binle ifade edilebilecek rakamlar düzeyindedir. Çünkü Çin Doğu Türkistanlıların dışarıya çıkışına izin vermemekte, onlara pasaport vermemekte, onların hür dünyaya çıkarak Çin’in gerçek rezil siyasetinin, gerçek asimilasyon politikalarının, gerçek vahşetinin tüm dünyaya anlatılmasını engellemeye çalışmaktadır.
F.S.: Türkiye’de ne kadar Uygur olduğu tahmin ediliyor?
S.T.: Şimdi bizim tahminlerimize göre, -biraz önce ben sohbetimde de size arz ettim- 12.yy. da Orta Anadolu’da Eratna Beyliği kuruluyor. Eratna Beyliği bir Uygur devletidir. Birinci başkenti Sivas, ikinci başkenti Kayseri olmak üzere yaklaşık 15 ilimizi içine alan bir beylik ki bu Uygur devletidir. Eğer o yönüyle o tarihten itibaren alacak olursak milyonlarca Uygur Türkü 70 milyon diyebiliriz. 70 milyon Kazak, 70 milyon Uygur, 70 milyon Oğuz, 70 milyon Özbek diyebiliriz.
Tabii yakın tarihimizde geçtiğimiz yıl Sayın Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç Bey’e bir yabancı muhabirin sorusu üzerine; “Cumhuriyet döneminden sonra Türkiye’ye gelen Türkistanlıların toplam sayısının 300 binin üzerindedir” diye bir beyanatı var. Tabii ki Türkiye’yle bizim hiçbir ayrımız-gayrımız olmadığı için… bir millet ve aynı inanca sahip kardeş topluluklar olduğumuz için burada çok çabuk eriyip gidiyorlar. Onun için buradaki gerçek rakamları da tespit etmek biraz zor.
F.S.: Söz buraya gelmişken dünyada Uygur diasporası hangi ülkelerdedir, sayıları ne kadardır? Bununla ilgili bilgi verebilir misiniz?
S.T.: Bugün Doğu Türkistan’la ilgili, Uygur diasporasıyla ilgili, muhaceretteki teşkilatlanmayla ilgili bizim bu sürecimiz yeni bir süreçtir. Yaklaşık elli yıllık bir süreçtir.
Orta Asya’da Doğu Türkistan’a sınır dediğimiz Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan dediğimiz bu kardeş cumhuriyetlerinde, Türk Cumhuriyetlerinde 2 milyonla 3 milyon civarında Uygur kökenli kardeşimiz var. Bunların orda bulunuş sebepleri de dönem dönem Sovyetler Birliği’nden kaçan kardeşlerimiz Doğu Türkistan’a sığınmış ve oradaki kaçan kardeşlerimizden dolayı da Kazak, Kırgız, Tatar, Özbek kardeşlerimiz Doğu Türkistan’a yerleşmişler. Hâlbuki asıl gövde Uygur Türkleridir Doğu Türkistan’da. Ama dönem dönemde Çin komünist yönetiminden kaçan kardeşlerimiz Sovyet Rusya’sı işgali altındaki Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan’a kaçarak burada yaşam bulmuşlardır ki Çin burada çok büyük endişe duymaktadır. Yaklaşık 2 milyonun üzerinde muhacir vardır.
Avrupa’da, Amerika’da, Türkiye’de ve İslam dünyasında da yaklaşık olarak 50 bin civarında bir diaspora vardır ki bugün Dünya Uygur Kongresi olarak ön plana çıkan ve 5 Temmuz Olaylarından sonra Çin komünist yönetiminin kendi suçunu adeta üzerine attığı Dünya Uygur Kongresi de –bugün başkanlığını Rabia Kadir hanımın yürüttüğü- yaklaşık 20’nin üzerindeki ülkedeki 50’ye yakın teşkilatın bir araya gelerek oluşturduğu en etkin ve en güçlü teşkilattır. Bugün Türkiye’de de sekiz dernek ve iki vakfımız vardır. Türkiye’deki teşkilatlarımız dünya çapındaki en etkin ve en aktif teşkilatlardır.
F.S.: Hangi şehirlerde yoğunlaşıyor?
S.T.: İstanbul’da rahmetli İsa Yusuf Alptekin Beyin kurduğu Doğu Türkistan Vakfı var, Doğu Türkistan Göçmenler Derneği var. Tabii tarihi olarak ilk teşkilatlardan birisidir İsa Beyin kurduğu. Ama 1960’lı yıllarda bizim babalarımızın dedelerimizin kurmuş olduğu Afganistan’daki Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyeti ve daha sonra Kayseri’ye geldiğimizde tekrar kurulmuştur 1970’li yıllarda. 1980 ihtilalinden sonra tekrar Doğu Türkistan ve Dayanışma Derneği olarak kurulmuştur ki bugün en aktif teşkilatlardan bir tanesidir.
Şimdi burada şunu ben kısaca çözüm önerileriyle ilgili birkaç cümle arz etmek isterim:
Şunu söyledik; Mesele Türkiye ile Çin arasındaki bir meseledir. Türkiye bu sorumluluktan kesinlikle kaçamaz. Türkiye bu meselenin üzerine hakkaniyetli, adaletli, makul ve mantık çerçevesinde mutlaka ve mutlaka gitmek durumundadır. Bunun çerçevesi nedir? Çin’e şunu söylemesi gerekir Türkiye’nin: “Ben Çin’in toprak bütünlüğüne saygı duyuyorum. Ben buradaki Uygur dediğiniz benim kardeşlerim olan, soydaşlarım olan, akrabalık bağım bulunan ve manevi bağım bulunan bu insanlarla ben akrabayım. Sizin vatandaşınızdır bunlar, siz bunları birinci sınıf vatandaş yapın. 21. yy. da bunları siz asimile edeceğim, Çinli göçüyle diğer asimilasyon politikalarıyla imha edeceğim politikasından vazgeçin” diyerek bunu Çin’e söylemesi gerekir. Ve hemen akabinde de Türkiye’mizin Türk Hava Yolları’nın Urumçi’ye sefer başlatması gerekir. Urumçi Doğu Türkistan’ın başkentidir. Maalesef Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz binlerce kilometre daha uzaktaki Pekin’e gidip Pekin’den ancak Urumçi’ye ulaşabilmektedir. Urumçi’ye mutlaka ve mutlaka Türkiyemizin bir konsolosluk açması gerekir. Maalesef bugün Ankara’da ve İstanbul’da, İzmir’de konsolosluğu bulunan Çin’in buna eğer bir mütekabiliyet diyorsak maalesef buna mütekabil Türkiye’nin konsolosluğu yok.
TİKA diyoruz. Türk İş Birliği ve Kalkınma Ajansı maalesef Afrika’da kuyu açan, dünyanın her tarafına yatırım yapan, oraya hizmet götüren TİKA’nın Doğu Türkistan kelimesini hiçbir yerde andığını görmüş değiliz. Mutlaka ve mutlaka TİKA Doğu Türkistan’la ilgilenmek durumundadır. Mesela YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı Doğu Türkistanlı öğrencilerin eğitim mübadelesini gerçekleştirmek durumundadır. Yine buna benzer onlarca teklifimiz var.
Burada 5 Temmuz’la ilgili bir cümle arz etmek isterim. 5 Temmuz’da Doğu Türkistan büyük bir katliam yaşadı. 5 Temmuzda kaç kardeşimiz katledildi? Kaç kardeşimiz hâlâ Doğu Türkistan’daki Çin komünistleri tarafından hapiste tutuluyor? Kaç kardeşimiz kayıp? Bunlarla ilgili hiçbir bilgi yok! Ve bu zulümden kaçan onlarca kardeşimizde Kamboçya’dan Burma’dan, Orta Asya’dan Çin’e iade edildi. 1 milyar 200 milyon dolara 20 Doğu Türkistanlı kardeşimizi Kamboçya Çin’e iade etti. Bu kardeşlerimiz hayatta mı değil mi? Bunlarla ilgili bilgi alınması gerekir.
F.S.: Tabii konu çok detaylı ve farklı yönleri olan bir konu. Maalesef ancak birçok şeye değinmekle yetinmek durumunda kaldık. Umarım mesajınız ilgili yerlere ulaşmıştır. Teşekkür ediyorum.