Türkiye Rusya İlişkileri
Türkiye-Rusya İlişkileri, (Dr. Cem Kozlu – Türk Rus İş Konseyi Başkanı), 15 Mayıs 2010.
Dr. Fahri SOLAK: Bugün Türkiye – Rusya ilişkilerini ele alacağız. Konuğumuz Türk – Rus İş Konseyi Başkanı Dr. Cem KOZLU. Efendim hoş geldiniz.
Bildiğiniz gibi, içinde bulunduğumuz hafta, 11–12 Mayıs tarihlerinde, Türkiye önemli bir konuğu ağırladı. Rusya Devlet Başkanı ve beraberindeki heyet Türkiye’ye önemli bir ziyaret gerçekleştirdi. Bugünkü programımızda Türkiye-Rusya ilişkilerinin gelişimini ve Medvedev’in ziyaretinin önemini, bu ilişkilere yeni bir boyut kazandırıp kazandırmadığını ele alacağız.
Öncelikle Türk-Rus İş Konseyi nedir? Kurumsal yapısı, çalışmaları nasıldır? Bununla başlayalım isterseniz…
Dr. Cem Kozlu: Hoş bulduk, hayhay. Türk-Rus İş Konseyi, Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi’nin yaklaşık 80 iş konseyinden biridir. Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi de Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin şemsiyesi altında yasayla oluşturulmuş bir yapı. Amacı da ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde, kamunun paralelinde, kamunun önderlik ettiği faaliyetler içinde yer almak, bu ilişkilerin geliştirilmesine katkıda bulunmak.
Bizim bir de Rusya’da karşılığımız var: Rus – Türk İş Konseyi. O da Rus Sanayi ve Ticaret Odası’nın yapısı altında, şemsiyesi altında faaliyette bulunuyor. O odanın da başkanı, eski Başbakanı Primakov. Dolayısıyla en üst seviyede bir muhatabımız var. Birlikte iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için özel sektör olarak, gönüllü olarak faaliyet gösteriyoruz.
F. S.: Malum, Rusya Türkiye’nin en önemli komşularından biri. Bu niteliğini tarih boyunca sürdürmüş bir ülke. Osmanlı döneminde önemli komşulardan bir tanesi, sonra soğuk savaş döneminde Türkiye-Rusya ilişkileri, bloklar arası ilişkiler de ayrıca önemli. 1991’de Sovyetlerin dağılması ve yeni cumhuriyetlerin ortaya çıkmasıyla beraber yeni bir safhaya geçiliyor, burada da yine önemli bir komşumuz.
Rusya Federasyonu-Türkiye ilişkileri ya da Rusya-Türkiye ilişkileri hangi aşamalardan geçti, hangi süreçlerden geçerek bugünlere geldi? Genel bir değerlendirme yapabilir miyiz?
C. K.: Çok kısa şunu vurgulayarak başlayayım: Kanaatimce Rusya, Türkiye’nin en önemli komşusu. Hem de açık farkla. Çünkü Rusya’ya, boyutlarına bakarsanız buraya ‘bir ülke’ demek, Rusya’ya haksızlık etmek olur. Rusya bir kıta. Bir ucundan öbür ucuna 10 saatte uçabildiğiniz, 10–11 saat farkı olan engin bir kıta. Dolayısıyla biz bir kıtaya komşuluk ediyoruz. Tabi bütün zenginlikleriyle, nüfusuyla bir kıta.
Şimdi değinildi; 500 yıllık bir geçmişimiz var. Bu geçmişimizle çok rekabet, mücadele, savaşlar da var. Ama çok gerilere gitmeyelim, bir kere cumhuriyet tarihimizle birlikte, cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte bir yakınlaşma ve karşılıklı destek dönemi başlıyor.
İlk önce siyasi hatta askeri biçimlerde ama sonra da 1930’lu yıllardan itibaren ekonomik alanda Türkiye sanayileşirken; işte Nazilli’de, Kayseri’de, daha sonra Aliağa’da, Seydişehir’de; şeker fabrikası, dokuma fabrikası, alüminyum fabrikası, rafineri gibi birçok alanda Rus teknisyenler ve Rus finansmanı da rol oynuyor. Bu, bir kere önemli bir dönem. Sonra orada 1990’lı yılların sonunda ivme kazandı denildi. Ben burada rahmetli Turgut Özal’a bir haksızlık edildiğini düşünerek, bu tarihi en az 1990’lı yılların başına çekmek istiyorum. Çünkü Sovyetler çökmeye başladıktan sonra, bu bölgeye yapılan ilk devlet ziyaretleri, yani bu eski Sovyet Cumhuriyetlerini bağımsız devlet olarak tanıyan ve devlet başkanı olarak ilk defa ziyaret eden Turgut Özal’dır. Bu ziyaretlerin birinde ben de bulundum. 1991 yıllında, çok iyi hatırlıyorum, Kiev’e ayak basan ilk devlet başkanıydı, yani bağımsız Ukrayna’nın başkentine. Aynı seyahatte, bağımsız Kazakistan’ın o zamanki başkenti Almata’ya ilk ayak basan devlet başkanıydı. Azerbaycan’a ilk ayak basan devlet başkanıydı. Ne oldu? Sonra bir dönem bir durgunluk yaşandı, doğrudur. Ama sonra aynen değinildiği gibi özellikle de son yıllarda çok hızlı bir yakınlaşma söz konusu, ekonomik ve diğer alanlarda.
F. S.: Bu yıl, iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kuruluşunun 90. yılı, böyle de anlamlı bir tarihe denk düştü Medvedev’in ziyareti. Gerek Rusya’nın kendi iç gündemi, gerek Türkiye’nin kendi iç gündemi, dediğiniz gibi 1990’lı yıllarla beraber başlıyor ilişkiler. Fakat belli bir rutinde giderken 2000’li yıllarla beraber, 2000’lerin başı veya 1999’dan itibaren, bir ivme kazandığını görüyoruz. 2004’te Putin ziyaretinden sonra ise daha da bir hızlanıyor. Bu ivmenin hızlanmasını sağlayan iç ve dış nedenler neler olabilir?
C. K.: Bir kere demin sözü edilen, komşularla sıfır sorun politikası kesinlikle burada rol oynadı sanıyorum. İkincisi Rusya, Sovyetler Birliği çöktükten sonra kendi içinde buhranlı bir dönem geçirdi. O dönemde görüldü ki, Türkiye’nin, Yeni Rusya Federasyonu’na yaklaşımı dostane, Rusya’nın zaaflarından istifade etmek yerine tam tersine Rusya’yla iyi ilişkiler içinde olmak ve karşılıklı iki ülkenin refahına hizmet etmek isteyen bir dış politikası var. Sanıyorum bunun anlaşılması rol oynadı.
Bundan sonra da son yıllarda Sayın Gül, Erdoğan, Putin, daha sonra Medvedev arasındaki ilişkiler insani olarak da gelişti. Zaman da istiyor karşılıklı güvenin tesisi. Bir de tabi dünya konjonktürü var. Avrupa’yla Rusya arasındaki denge, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki denge, bunlar da rol oynadı.
F. S.: Son yıllarda, bakıldığında, Rusya Türkiye’nin en büyük ticari ortağı durumunda. Yani ithalatta birinci ülke, yanlış bilmiyorsam. Rusya açısından bakıldığında ise, Rusya’nın ihracat yaptığı 4. ülke.
C. K.: O değişiyor. Şimdi 6 deniyor. Ama orada bir zaaf var, onu vurgulayayım yeri gelmişken. Rusya’nın ithalat yaptığı ülkeler sıralamasına bakarsanız Türkiye hala gerilerde.
F. S.: Tam da onu soracaktım zaten. Yani dış ticaret 40 milyar dolara ulaştı 2008 yılında. Sonra krizin etkisiyle biraz azaldı.
C. K.: Doğru.
F. S.:İki ülkenin ekonomik ve ticari faaliyetlerinin yoğunlaştığı alanlar nelerdir? Yani hammadde ya da enerji ithal ediyoruz ama siz tabi detayları ve teknik detayları da bildiğiniz için soruyorum. İki ülke arasındaki ticari ilişkilerin yoğunlaştığı sektörler, alanlar nelerdir?
C. K.: Şimdi bir kere bizim ithalatımızın % 70’i, hatta belki daha fazlası, enerji ürünleri, doğalgaz, petrol, kömür. Hemen geçtiğimiz yılki rakama bakalım. Tabi krizle beraber düştü ama yaklaşık 23 milyar civarında bir ticaret hacmimiz var. Bunun içinde çok büyük bir dengesizlik göreceksiniz. Çünkü bizim Rusya’dan ithalatımız 19 küsur milyar, bizim Rusya’ya ihracatımız 3,5 milyar dolar civarında.
Şimdi burada adil de olalım. Doğru, ama biz Rusya’ya en az iki şey daha ihraç ediyoruz, hizmet babında. Bunun birincisi turizm hizmeti ki birkaç milyar, yani 2 milyar dolar koyalım ve 3,5 milyarı 5-6 milyar civarına getirelim. Bir de müteahhitlik hizmetleri ki ona da ayrıca belki değiniriz, ona da bir 3 milyar civarında bir rakam koyarsak gene iki katından fazla, yani satabildiğimizin iki katından fazla alıyoruz. Bir kere bu ticaret hacminin büyümesi güzel ama denge de çok önemli bizim için.
F. S.: Peki yeri gelmişken, burada gerçekten Türkiye’nin aleyhine ciddi bir açık söz konusu. Bu ziyaretler, anlaşmalar, mutakabat metinleri imzalanıyor ama somut, günlük hayat da devam ediyor. Bu dış ticaret açığının en azından daha sürdürülebilir hale gelmesi, daha makul ölçeğe indirilebilmesi için, bu durumu düzeltmek için neler yapılabilir?
C. K.: Bir kere büyük projelere bir göz atalım Soçi Olimpiyatları yaklaşıyor; Kazan’da Universiade Oyunları var; Vladivostok’ta Asya-Pasifik zirvesi olacak. Rusya bu gibi projeler için milyarlarca dolarlık fonlar ayırıyor.
Bizim Rusya’daki müteahhitlik ve müşavirlik şirketlerimiz dünya çapında başarılı şirketler. Rusya’nın en büyük dört müteahhidinden ikisi Türk şirketi. Bu şirketler yalnızca inşaat yapmıyorlar, aynı zamanda işletme yapıyorlar. Yani yaptıkları binaları işletiyorlar, kiralıyorlar, bakıyorlar, onarıyorlar. Bu şirketlere yani Türk firmalarına, Soçi, Kazan, Vladivostok gibi büyük projelerde çok daha fazla pay ve destek verilebilir.
Rusya’nın, ben, zaman içinde altyapısını geliştirmeye, komşusu Çin gibi, çok daha fazla bütçe ayırmasını bekliyorum. Çünkü Rusya’nın yolları, köprüleri, okulları, hastanelerinin geliştirilebilecek bütçe imkânlarına sahip bu gibi projelerde, Türk şirketlerine öncelik verilebilir diye düşünüyorum. Onun dışında da karşılıklı yatırımlar, yani biz sadece ihracatı düşünmeyelim; ihracatın arkasından Türk şirketleri Rusya’da üretime, dağıtıma geçmeli. Aynı şekilde Rus şirketleri de Türk ekonomisine yatırım yapmalı. Bunlarda o dengenin düzelmesinde rol oynar.
F. S.: Tam bu noktada, en son, Medvedev ziyaretinde hedef olarak konan 5 yılda 100 milyar dolar dış ticaret hedefini gerçekleştirilebilir buluyor musunuz?
C. K.: Şimdi ben, her önemli ulusal hedefin bir yandan gerçekleştirilebilmesinin zor olmasını yani kamçı görevi yapmasını bekliyorum. O açıdan kolay bir hedef değil. Ama öbür taraftan da hayalci, olmayacak bir hedef saptarsanız, o zaman kimse yola çıkmaz. Bilirsiniz ki sonunda yolun hedefini tutamayız. Bu da öyle ki bence iyi biçilmiş bir hedeftir. Zor. Kendimizi zorlamamız ve çok çalışmamız lazım ama olmayacak da değil, olabilir.
F. S.: İmkânsız değil diyorsunuz yani gereği yapılırsa ulaşılabilinir bir hedef. Efendim bu genel değerlendirmelerden sonra, tabi, bu haftanın önemli gündemlerin birisi Medvedev’in ve beraberindeki heyetin Türkiye’ye ziyaretiydi. Gerek ulusal basında, yazılı basında, gerek uluslar arası medyada önemli yer verildi. Türkiye’nin iç gündemindeki hareketliliğe rağmen önemli bir yer tutabildi bu ziyaret ve çok sayıda belge imzalandı. Bunlarla ilgili sorular yöneltmek istiyorum.
Medvedev’in ziyareti, tarihi bir ziyaret gibi nitelendirildi. Gazeteler en azından böyle manşetler attılar. 2004 yılından, Putin ziyaretinden sonra belki Rusya’dan Türkiye’ye en önemli ziyaretti ve bu ziyarette yirmiye yakın çok önemli belge imzalandı. Bunların bir kısmı somut hayata, ekonomik hayata ilişkin sonuçları olan belgeler; bir kısmı işbirliğine ilişkin belgeler. Bu ziyaretin önemi nedir sizce?
C. K.: Ben bu ziyarete tek bir ziyaret olarak öneminin ötesinde bir önem atfediyorum. O da artık bu tür ziyaretlerin çok sıklaşması, sistematik bir hale gelmesi, rutin haline gelmesi ve en üst seviyede sürdürülmesi.
Şimdi tekrar etmeyeceğim ama orada çok güzel belirtildi, ama sade işte geçen yıl Cumhurbaşkanımız Moskova’daydı, Sayın Putin Türkiye’deydi. Bu yıl başında Sayın Başbakanımız oradaydı, şimdi onların cumhurbaşkanı geldi. Ama bu buzulun en üstü, yani manşete kolay taşınıyor. Ama bir de bunun altında bütün bu ziyaretlerin çok yoğun bir şekilde, bir örgü gibi hazırlanması var.
Burada, Karma Ekonomik Komisyonlar büyük rol oynuyor. Rusya’nın Türkiye’ye verdiği önemi de vurguluyor kanaatindeyim. Başbakan yardımcısı, çok güçlü bir devlet adamı, İgor Seçin, Karma Ekonomik Komisyona başkanlık ediyor. Bizde de Enerji Bakanımız Sayın Taner Yıldız buna başkanlık ediyor ve hakikaten çok enerjik bir şekilde, Rusya’yla ilişkisi olan kamu ve özel sektörü yani bütün aktörleri, kucaklayıcı bir şekilde ilişkileri yürütüyor. Örnek vereyim; bu sene Sayın Seçil üç kere geldi, Medvedev’in Türkiye’ye gelişinden evvel. Onunla gelişi üçüncü gelişiydi. Yani özetlersek, artık Rusya Federasyonu ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki siyasi ilişkiler gerçek anlamda kurumsallaştı. Bence bunun son çarpıcı örneği de demin sözlerini ettiğimiz belgelerin en üstte olanı, birinci belge, Üst Düzey Stratejik İşbirliği Konseyi.
F. S.: İki ülke arasında ilişkilerin gelişmesi, üst düzeye taşınması, bunlar alışık olduğumuz şeyler ama son dönemde sizin de işaretinizden hareketle sormak istiyorum.
Bu üst düzey işbirliği konseyi kurulu, stratejik ortak, stratejik partner gibi kavramlar kullanılıyor. Bunların getirdiği yeni boyut nedir ikili ilişkilerde?
C. K.: İkili ilişkilerde en önemli boyutu, demin söylediklerime ek olarak, bir de liderler arasında oluşan güven ve siyasi iradeye bağlıyorum. Siyasi irade sorunları süratle giderecek mekanizmaları oluşturma iradesi kendi bürokrasilerine hâkim olarak o bürokrasileri pozitif amaçlara yönelik çalıştırma iradesi hızlı karar izaleme iradesi, bunlar çok önemli.
“Stratejik” kelimesi tehlikeli bir kelime. Çünkü çok geniş anlamlar yüklenebilir. Bence zamanla görülecek. Şimdi tabi konuştuğumuz birçok konu ekonomik, bunlar daha kolay konular. Stratejik dediğimizde ülkelerin dış politikaları tamamen paralel olacak mı? Aynı hedeflere mi hizmet edecek? Bu gibi konular zaman içinde netleşecek. Ama benim kanaatim, sizin, Orta Asya ile ilgili sorunuza da değiniyor bir ölçüde. Yani Türkiye ile Rusya büyük devletler. Sayın Dışişleri Bakanının yaklaşımıyla hem tarihi hem coğrafi derinliği olan ilişkiler, iki ülke arasındaki ilişkiler. Dolayısıyla bir ölçüde rekabette olacaktır, bir ölçüde işbirliği de olacaktır. Amaç işbirliği oranını arttırmak.
F. S.: Tam da bu noktada “stratejik işbirliği konseyi” gibi kavramlarla beraber bir başka kavram devreye giriyor: “Eksen tartışmaları”. Yani Türkiye AB ekseninden ya da Batı ekseninden Doğu’ya mı kayıyor? Bölgesel yeni bir oluşum içerisinde mi yer alıyor veya AB’den ümidini kesip Rusya’yla ilişkilerini ilerletmesi, yeni bir ortaklık kurulması gibi tartışmaları gündeme getiriyor. Yani hem AB-Türkiye ilişkileri, hem ABD bu denklemin neresinde? Uluslar arası dengeler açısından bu yakınlaşmayı, bu eksen kayması tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
C. K.: Bir kere Türkiye ve hükümet, son derece vakur ve onurlu bir dış politika izliyor. Şu anlamda, yani ben bir sade vatandaş olarak, AB’nin Türkiye’ye yaklaşımına reaksiyon gösteriyorum. Hükümet göstermiyor. Yani eskiden olsa, hatırlayacaksınız, 70’li yıllarda, duvarın öbür tarafına geçerim, alternatifim bulurum gibi söylemler rahat söylenebilir bu koşullarda, ama hükümet son derece de sakin ve vakur hareket ediyor. AB’nin bu tabloya bakıp bazı sonuçlar çıkarması lazım.
Bir taraftan 500 yıl dedik, yani ilişkilerin beşte dördünde birbiriyle boğaz boğaza gelmiş iki ülke bugün vize ki çok önemli anlaşma, diğerleri de önemli ama konuşmaya sıra gelmedi, vizelerin kaldırılması konusunda anlaşıyorlar. Buna karşı AB ne yapıyor? Bosna Hersek hariç balkanlarda vizeyi kaldırıyor, Makedonya’yla; bir katliama yol açmışken Avrupa’nın göbeğinde, Sırbistan’la. Ama Türkiye’ye karşı vize konusunda en ufak bir esneklik tanımıyor. Şimdi bunları Avrupa Birliği diplomatları mutlaka görüyorlar, düşüneceklere, bazı sonuçlar çıkaracaklar.
Türkiye, bence, çizgisini değiştirmiyor ama Avrupa, bana sorarsanız, Türkiye’nin çizgisini kıracak davranışlar içine giriyor.
F. S.: Ziyarette 15’ten fazla belge imzalandı. Bunlar içerisinde, şimdi siz de işaret ettiniz, vize muafiyeti anlaşması da var. Tabii hemen bugünden yarına yürürlüğe girecek bir şey değil. Sanıyorum geri kabul anlaşması imzalandıktan ve meclislerden geçtikten sonra ancak yürürlüğe girecek. İzleyicilerimize bunu hatırlatmak adına zikrettim, yarından itibaren Rusya’ya vizesiz gidilebilir diye bir şey yok.
Bu vize muafiyeti Türk işadamlarına somut olarak ne tür kolaylıklar getirecek? Rusya açısından turistler Türkiye’ye kolay gelecek deniyor.
C. K.: Turistler zaten kolay geliyordu. 20 dolar alıyordu turistlerden, böyle bir gelirimiz vardı. Rusya’dan 7 milyon turist geliyor, bizden 30–40 bin işadamı gidiyor. Maddi olarak ilk aşamada Türkiye’nin bir kaybı var ama ne oluyordu? Bir kere işadamlarının vize alması pahalı ve zor bir süreçti. İkincisi de belli sürelerde kalabiliyorlardı. Bu bir kolaylık getirecek ama burada bitmiyor bitmemesi lazım. Rusya’da sefarete sanıyorum 800–1000 kadarı kayıtlı ama binlerce Türk işletmesi var. 2 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Çünkü hepsi kayıtlı değil. 40–50 bin Türk var, orada yaşayan. Birkaç yüz bin Türk-Rus evliliği var. Artı, krizde sayısı azaldı ama on binlerce işçimiz var. Şimdi Rusya’da çalışma, seyahat yani ikamet ve çalışma izinlerinin de kolaylaşması lazım. O açıdan vizeyle ilgili bu anlaşmanın ben bir ilk adım olduğunu düşünüyor, ikinci adımı da temenni ediyorum.
F. S.: En az bu vize kadar öne çıkan bir diğer anlaşma nükleer santral anlaşmasıydı. Nükleer santral anlaşmasıyla beraber pozitif yönden bakıldığında Türkiye nükleer enerjiye sahip olacak, enerjiye bağımlılık kazanacak gibi olumlu şeyler yanında, tabii nükleer santrali Rusya’nın yapacağı, işleteceği bilgisi yansıdı. Türkiye’nin zaten doğalgaz ve petrol ithali büyük oranda Rusya’ya bağımlı olduğu ve bu nükleer santralin de bu bağımlılığı iyice arttıracağı yönünde görüşler de var. Nükleer santral konusuna nasıl bakıyorsunuz?
C. K.: İki yönü var: Birincisi, dediğiniz gibi bağımlılık yönü var ama bağımlılık bu madalyonun bir yüzü. Çevirin, öbür taraftan da tedarik güvencesi var. Yani istediğiniz zaman istediğiniz sürede ve öngörülebilir fiyatlarla enerjinizi temin edebiliyorsunuz. Şimdi, doğrudur, Türkiye’nin bağımlılığı artıyor ama buna karşı da enerji tedarikinde güvenilirliğinin artması lazım. Yani içinin rahat olması lazım. Rusya Federasyonu’ndan bu güvenceleri ve o fiyatları alacak anlaşmalar oluşturulması lazım. İki tarafında dikkatli olması gerekiyor. Bu kaygıları ciddiye almak lazım.
Türkiye rüzgârıyla, güneşiyle, hidroelektrik kaynaklarıyla mümkün olduğu kadar da gene bu ithalat, ihracat da olduğu gibi dengeyi korumaya çalışması lazım. Ama nükleer de bu toplamın bir parçası olmak zorunda, hatta geç bile kalındı.
F. S.: Tabi bu ziyaret sadece Türkiye-Rusya ekonomik, siyasi, diplomatik çok yönlü ilişkilerin geliştirilmesinin yanında bölgesel konularında ele alındığı biliniyor. Yakından başlayarak sormak istiyorum. Medvedev ziyaretinde, bölgesel konularda daha çok görüş birliğine varılan hususlar öne çıkarıldı. Türkiye’nin Kafkasya ilişkilerinde, Ortadoğu ilişkilerinde ne tür etkide bulunabilir? Malum, Suriye Devlet Başkanı aynı hafta içerisinde Türkiye’yi ziyaret etti, hemen birkaç gün önce İran Meclis Başkanı İstanbul’daydı. Çok hızlı temas ve mesaj trafiği yaşandı. Mesela Türkiye’nin Kafkas inisiyatifinin hayata geçme noktasında ya da Kafkasya’da istikrara katkı anlamında ne yönde etkide bulunabileceği hususunda neler söylemek istersiniz?
C. K.: Daha önce değindiğim bir konu vardı. Liderler arasında güven ortamı oluştu. Sanıyorum bunun örneklerinden biri de Türkiye’nin Kafkasya hatta daha geniş kapsamıyla Karadeniz politikası. Türkiye çok önemli bir Karadeniz devleti; donanmasıyla, Karadeniz’deki nakliye imkânlarıyla, Karadeniz’deki ticari ve siyasi varlığıyla.
Rusya, son Gürcistan’la olan çatışmasında Türkiye’nin dürüst ve doğru ve adil hareket ettiğini, Rusya’nın duyarlılıklarının da bilincinde olduğunu, öbür taraftan, komşusu Gürcistan’la olan ilişkilerinin de değerli olduğunu, bunların hepsini gördü. Yani Türkiye ağırbaşlı, adil bir devlet, olgun bir diplomasi geleneği var. Şimdi aynı güven ortamında ve aynı çerçeve içinde, sanıyorum Türkiye ile Rusya müşterek konuları ve komşuları İran konusunda da işbirliği ortamı doğdu ve onu güçlendiriyorlar. Değindiğin ziyaretler de herhalde bununla ilgili.
F. S.: Son dönemde Rusya Federasyonu öncülüğünde Beyaz Rusya ve Kazakistan’ın da dahil olduğu bölgesel gümrük birliği çalışması var. Geçen haftaki programımızda Kırgızistan Geçici Hükümeti Başkanı da bölgesel gümrük birliği konusunu değerlendirdiklerini ifade etti, muhtemelen gireceklerini söyledi. Bölgesel gümrük birliği çalışması, Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ticaretini ne yönde etkiler?
C. K.: Karmaşık bir mimariye geldik. Niye? Çünkü Türkiye, AB’nin bir parçası olan gümrük birliğinin bir üyesi ve orada taahhütleri var. Ayrıca, Dünya Ticaret Örgütü’nün bir üyesi, Rusya ise değil. Rusya’nın oluşturduğu bu yeni gümrük birliği hem Dünya Ticaret Örgütü ile olan hem de Avrupa Birliği ile ilgi olan gümrük birliği ilişkilerini etkileyebilecek bir konu. Türkiye hem bundan yararlanmanın ama yararlanırken de Avrupa Gümrük Birliği ile olan taahhütlerini ve menfaatlerini de gözetmek zorunda.
F. S.: Son bir soruyla programı kapatalım istiyorum. Türkiye-Rusya yakınlaşması, Türkiye’nin Orta Asya cumhuriyetleri ile ilişkilerine de etkileri ve bununla bağlantılı olarak, gerek Rusya ile gerek Orta Asya, Kafkasya Cumhuriyetleri ile ilişkilerinin geleceği, sorunlu alanlar, atılması gereken adımlar hakkında neler söylenebilir?
C. K.: Orta Asya, geçmişte, maalesef diyeceğim, hep çatışmaların odağı oldu, değil mi? İlk önce Çarlık Rusya’sı ve Britanya İmparatorluğu, daha sonra gene Rusya-Amerika arasındaki sürtüşme… Burada bizim hedefimiz Orta Asya’yı bir işbirliği alanı haline getirmektir. Aynı doğrultuda Rusya ile işbirliği yapmaktır. Yolu, altyapısı ise ticarettir. Birlikte enerji, müteahhitlik, işletme, birçok alanda işbirliği fırsatlarını yaratmalıyız, aramalıyız. Rus komşumuzu da ikna etmeli, kolumuza takmalıyız.